|
||||
ROBOTLAR DÜNYASI
|
||||
|
||||
Mekan Algılaması İnsanı Makineden Nasıl Ayırıyor?
Dünyaya yeni gelmiş bir robotun nasıl bir durum İçinde olduğunu hiç düşündünüz mü? Yeni doğan robotların ilk başta yaşadığı şey, tam anlamıyla bir şaşkınlık ve kafa karışıklığı. Çevresindekilerinin üzerinde, ötesinde, berisinde ne olduğunu ilk başta algılayamayan yeni doğmuş andro-idin alıcıları yoluyla elde edeceği her türlü veri, bulanıklık halindedir. Görüntüye baloncuklar girer, algıladığı seslerde sık sık dağılmalar olur; çevresindeki 3 boyutlu mekansa çelişkili bir koordinatlar kütlesinden başka bir şey değildir.
Bu tür sorunların robotu oluştururken kullanılan donanımdan kaynaklandığını düşünüyorsanız, size yanıldığınızı söylemek zorundayız. Hon-da'nın "Asimo"su ve Sony'nin "SDR-4X IF'si gibi özerk robotlar, derinlik algılayan kameralar ve bir ses kaynağının yerini tam olarak belirleyen mikrofonlar gibi gelişkin araçlara sahipler. Laboratuarlarda yapay zeka alanında çalışan araştırmacılarsa sembolik mantık alanında, makinelerin çevrelerindeki uzaya ait kavramlara İlişkin tanımlar üzerine çıkarımlar yapmasını sağlayacak büyük adımlar attılar,
Ancak duyumsal algılama ile çevreye ait çıkarımları birleştire-bilmek, ifade edilmesi zor ve şaşırtıcı bir görev olma özelliğini koruyor. Günümüzün robotlarının henüz tam bir mekan duyusundan yoksun olmaları da, aslında tam olarak bundan kaynaklanıyor. Robotlarımız hala bir binanın içinde nasıl dolaşacaklarını, fiziksel nesnelerle nasıl etkileşime gireceklerini ya da odalar arasında
|
dans ederek nasıl gezineceklerini bilmiyorlar. Asıl sorun, bu tür İşlevleri kolaylıkla yerine getiren İnsanoğlunun da tüm bunların nasıl çalıştığı hakkında elinde somut bir ipucu olmaması. Tek bildiğimiz, çevremizdeki uzaya İlişkin algılama mekanizmamızın, elle programlanmasını olanaksız kılacak düzeyde karmaşık ve zor olduğu. Bu karmaşıklık, oluşturulmasının tek yolunun bir şekilde ev-rimleşerek gerçekleşmesi gerektiği anlamına geliyor.
Kültür ve dildeki problemler de, robotik alanda kendilerine özgü sorunlar yaratmakta. Kendi dilimizde, ilerimizdeki bîr ağacın kendimize göre konumlandığını kabul etmek ve böylece bizimle ağaç arasındaki bir arabanın konumunu tarif etmek için "Araba, ağacın
önünde duruyor." demek son derece doğal. Oysa ki, birçok Afrika dilinde, ağacın ön yüzü İle kişinin yüzü aynı yönde konumlandırıldığmdan, bir Afrikah'nın' aynı du-|h rumda kuracağı tümce, "Araba, ağacın arkasın-d a d ı r." şeklinde olur. Bu basit örnekteki farklılık gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Diller arasındaki bu tür farklılıklar, farklı dil ve kültürdeki insanlarla iletişimi ustalık ve dikkat isteyen, çok hassas bir süreç haline getiriyor.
Günümüzün robotik labora-tuvarlarında sürdürülmekte olan araştırmaların neredeyse tümü, çevrelerindeki uzaya ilişkin algılamanın robotlara
|
nasıl Öğretileceği konusuna odaklanmış durumda. Paris'teki Sony Bilgisayar Bilimi Laboratuvarı müdürü Luc Steels, mekan, zaman ve eyleme, kendi kendine yaklaşım geliştirebilen robotlar ve robot kültürleri geliştirmeye çalıştıklarını belirtiyor. Bunu yapmak İçin gereken, robotların çok sayıdaki duyumsal deneyimi hatırlamalarını ve tekrar tekrar oluşan bitlerin farkına varmalarını sağlamak. Bu amaç gerçekleştirilebilirse, robotlar zaman içinde dünyanın yapısından yararlanabilecek ve eylemlerinin sonuçlarını öğrenebilecek bir konuma gelebilecek.
Steels ayrıca robotları, yaratılmış sözcükleri ve gramer yapılarını yalnızca öğreniyor olmanın Ötesinde, ifade ettikleri anlamları kendi kendilerine kurmalarını sağlayacak dil oyunlarını oynayacak biçimde programladıklarını belirtiyor. Bu amaçla yürütülen deneylerin birinde, binlerce android neredeyse yarım milyon dil oyunu oynamış. Böylece nesneler ve konumları hakkında iletişim kurararak, paylaşılan bir sözlük ve sürekli gelişen bir ortak kavramlar kümesi evrimleştirmişler.
Dünyanın dört bir yanındaki robotik laboratuvarlarında sürdürülmekte olan buna benzer deneyler robotların, kendilerini hangi çevrede bulurlarsa bulsunlar, çevrelerindeki mekana ait algılamalarını ve dillerini geliştirebilecekleri bir gelecek vaadinde bulunuyor. Bu yetenek, geleceğin robotları İçin hayati önem taşıyor. Aksi takdirde bu yetenek olmaksızın geliştirilecek robotlar, günümüzün hızla değişen dünyasıyla baş etme kapasitesinden bütünüyle yoksun kalacaklar.
|
||
|
||||
Eylül 2003 BİLİM ve TEKNİK
|
||||
|
||||
|
||||
|
yaklaşımları, gitgide artırılan maliyetlerle kurulacak bir "engel olma" yönteminden çok daha fazla etkin olabilir. "Asla aşılamayacak bir koruyucumuz var, bu nedenle alarm kullanmaya gereksinim duymuyoruz." diyen bîr banka ya da kapı ve pencerelerine çok güvendiği için gece bekçisini işten çıkartan bir müze olamayacağı gibi, duvarlarımızı daha ince inşa etmemizi öneren bir ev güvenliği uzmanına rastlamamız da pek olanaklı değil.
Ancak İnternet'e bir kaleden daha çok bir kasabaymış gibi yaklaşan güvenlik ürün ve servisleri "İçeridekiler"İ gözetlemenin yanı sıra "diğerleri"ni dışarıda tutmayı başarabilir. Yaşanan örnekler de ancak bu yaklaşımın gerekli faydayı sağlayabildiğini göstermekte. Örneğin geçtiğimiz aylarda, büyük bir havayolu şirketinin sistemi üzerinde bir süredir devam etmekte olan kuşkulu davranışlar olduğu fark edilmiş. Bu davranışlar izlendiğinde, içeriden bîr çalışanın insan kaynakları bölümünün ağ sunucusu sistemini kırmaya çalıştığı anlaşılmış. Havayolu şirketinin bilgi işlem bölümünün durumdan haberdar edilip uyarılmasının hemen ardından, sözü geçen çalışan sistemi kırma girişimini yürütürken suç üstünde yakalanabimiş.
internet uzayında kişilerin birbirleriyle kurdukları ilişkilerin karşılıklı güven unsuru üzerine kurulması da çok önemli. Nasıl ki çevrenizde yaşayanları daha iyi tanımaya çalışmak, gidip türlü dövüş teknikleri öğrenmek ya da kendini korumak için türlü araçlar taşımaktan daha etkin bir yöntem olacaksa, internet'uzayında da durum pek farklı değil: İster gerçek, istersek sanal uzay hakkında konuşuyor olalım, güvenliği sağlamanın en etkin yöntemi hala en bildik olanı: karşılıklı güven ve nezaket.
di. Beyaz önlüklü kişiler dışarıda işlerini yaparken bilim, diğer yandaki dört duvar arasında yapılmaya devam ediyordu. Laboratuvar sınırları dışında kalan bölge "deney"lerin değil, "deneyim"lerin krallığıydı.
Laboratuvar duvarlarının kalkıp neredeyse tüm gezegenimizin büyük bir laboratuvar haline geldiği günümüzde, artık dünya üzerinde yer alan hiçbir şeyin bilimsel çalışmaların etkisinden kurtulması olanaklı değil. Bilimsel araştırmalarda kullanılan araç-gereçler her yeri kaplamış durumda. Evler, fabrikalar ve hastaneler laboratuvarla-rın temsilcisi haline gelmiş durumda. Küresel konumlandırma sistemleri, bunun en iyi örneklerinden biri: Uydu ağları sayesinde jeolog ve biyolog-
|
|||
Siberuzayın Duvarlan Yürümez
internet güvenliği genellikle "İyi adamlar"ın içeride, "kötü adamlar"ın da dışarıda tutulduğu bir kale gibi görülüyor. Ağ sahipleri daha kuvvetli bir duvarın onlara daha ileri düzeyde bir güvenlik sağlayacağı düşüncesiyle, paralarını sürekli olarak bariyer destekleyici ürünler satın almakta. Ağdaki çatlakiarsa ba-riyerdeki delikler gibi görüldüğünden, zaman zaman da havan toplarını devreye sokmak zorunda kalırlar.
Bu metafor İnternet'in birbirleriyle "ara sıra" İletişim kuran ayrı ağlardan oluştuğu 10 yıl önceki dönem için uygun olabilirse de, bugün artık son kullanma tarihini geçirmiş durumda. Artık internet çok fazla kişinin birbirleriyle çok çeşitli yollarla etkileşerek birçok etkinliği yerine getirdiği bir kasaba görünümünde.
Bir kasabanın içinde, güvenlik akışkan bir kavramdır. Kurulan bariyer-ler, çözümün yalnızca küçük bir kısmını oluşturur. Bazen "kötü adamlar" İçerideyken, dışarıdaki "iyi adamlar" içeriye girmelerini sağlayacak yasal bir yol ararlar. Aynen bir kasabada yaşayan halk gibi, internet kullanıcıları da çok sayıdaki kişiyle sürekli olarak etkileşim
Araştırma Dünyası
20. yüzyıl için, laboratuvarlarda yapılan bilimin alîm çağıydı denilebilir. Büyük bilimsel soruların yanıtları, dış dünyadan yalıtılmış olmanın verdiği mutlulukla kapalı odalarında çalışan, belli bir konuda özelleşmiş uzmanlarca çözülüyordu. Bu izole kafeslerden yayılan bilgiyse, toplumun geri kalan kısımlarına yavaş yavaş nüfuz ediyordu. Toplum laboratuardaki bilimin sonuçlarına ayak uydurabileceği gibi, tümüne tamamen ilgisiz kalma olanağına da sahipti. Ancak kesin olan bir şey vardı ki, toplum laboratuvardaki bilime katkıda bulunamayacağı gibi, onunla ters de düşemez-
|
halinde. İnsanların artık gerçek hayattaki her tür arkadaşlıklarının sahtelerini yarattıkları, üzerinde kendilerine kalıcı ve geçici "uzay"lar oluşturdukları İnternet; ortamında, iyi ve_kötü birbirine ka-rısmişdurumda. Kişilerin niyetlerinibir-birinden ayırd etmek mümkün olmadı-ğından, müşterilere açılan kapı, içeriye eşya_çalma niyetiylegiren kişilere de aynı misafirperverlikle açılmakta .
Net ortamı genellikle kaleye benzetil-diğinden, internet güvenliği ağırlıklı olarak "engel olma" kavramı üzerine kurulu. Bu yaklaşım yanlış değilse de, tam olarak yeterli değil. Engel olma yaklaşımı doğası gereği durgun ve pasif bir eylem olduğundan, etkinliği en düşük düzeyde olan çözüm yolu. Bir kasabanın içinde uygulanan güvenlik sistemi engel olma, ortaya çıkarma ve karşılık verme eylemlerinin birleşiminden oluşur. Hem güvenlik duvarları, hem de alarm sistemi ve polisler vardır. Her kasabanın, içinde yaşayan sakinlerin güvenliğini sağlayan karmaşık bir sosyal yapısı vardır. Dijital ağ yapısın güvenliğini sağlayabilmek İçin, internet de kendi içinde benzer bir sosyal ağ yapısı kurmak zorunda.
Ortaya çıkarma ve karşılık verme
|
|||
|
||||
|
||||
BİLİMveTEKNİK 40Eylül 2003
|
||||
|
||||
|
||||
|
||||
|
||||
Uzaklıktan söz etmek genel olarak, nesnelerin ya da fiziksel dünyadaki konumların arasındaki uzay anlamına gelir. Bu uzaklık kavramı neyse ki çoğunlukla hala anlamını koruyorsa da, İletişim ve ulaşım alanlarında yaşanan yüz yıllık bir devrimin sonucunda, fiziksel uzaklık sınırlandırıcı ya da yanıltıcı olabiliyor. Bugüne kadar sosyologlar bireylerin refah düzeyi, eğitimi, etnik kökenleri ve dinleri anlamında aralarındaki boşluklar üzerine oldukça fazla düşündü. Simdilerdey-se sosyal bilimciler ve matematikçiler dünyayı algılamamızdaki Önemi gün geçtikçe artan bir başka uzaklık türünü incelemeye başladılar: Ağ uzayı.
Ağ uzayının şaşırtıcı ve basitliğine aldanmamız gereken bir örneği, gezegen üzerindeki herhangi birinin istediği kişiyle iletişim kurabileceği düşüncesine dayanan "küçülen dünya" görüşü. Bu fikir 20, yüzyılın büyük bir bölümü boyunca özellikle popüler kültür alanında ortalarda dolaştıysa da, aslında ilk kez 1960'la-nn sonunda sosyal psikolojid Stanley Milgram tarafından yürütülen bir deney-
lar, laboratuarlarının dışında da en az İçinde elde ettikleri doğrulukta ölçüm sonuçları elde edebiliyorlar. Bu arada, çevresel alıcılardan oluşan dünya çapındaki bir ağ, gezegenimizi gerçek zamanlı olarak izliyor. Araştırma uydularıysa dünyayı, mikroskopun altına almışcasına, yukarıdan gözlemlemeyi sürdürmekte. Genetik bilimiyse artık bireyler üzerinde olduğu kadar, bir toplumun tümü üzerinde de çalışmalar yapabiliyor. Tüm bunlar, laboratuvarın içinde ve dışında yapılan bilim arasındaki farkın artık iyice aşındığının bir göstergesi.
Araştırma alanındaki bir diğer önemli deği-şimse, özel bilimsel soruların yanıtını araştırmak için artık beyaz bir önlüğe ya da bir doktora de-
|
le test edilmişti. Milgram, Boston ve Oha-ma'da yaşayan toplam 300 kişiye, zarfların eninde sonunda Boston'da yaşayan bir borsacıya ulaşmasının gerektiğini bildiren mektuplar verdi. Mektubu alan kişilerin mektubu yalnızca kişisel birer arkadaşlarına iletme haklan vardı ve mektubun iletilme yolu da yalnızca bu aktarım prensibine dayanıyordu. Deneyin sonucunda mektupların 60'mdan fazlasının, ortalama olarak maksimum altı kez el değiştirerek hedeflerine ulaştırıldığı görüldü. Milgram'ın bu deney sonucuna getirdiği yorum, birbirlerinden fiziksel ya da sosyal uzay anlamında çok uzak görünen kişilerin aslında düşünüldüğünden çok daha yakın olduğu yolundaydı.
Bunu açıklayabilmek İçin başlangıç noktamız, bireyleri karmaşık bir sosyal, ekonomik ve kurumsal ağın içinde birbirlerine bağlanmış uçlar olarak düşünmek olmalı. Ağ uzayında iki uç, fiziksel ya da sosyal konumlarına bağlı olmaksızın, birbirlerine yakın olarak bağlanabilirler. Çevremizi oluşturan insanların çoğunu bize yakın oturdukları ya da belli
recesine gereksiniminizin olmaması. Bunun en iyi Örneklerinden biri gözardı edilen genetik hastalıklar üzerinde özelleşen Fransız bir patent avukatlık grubu. Bu grup, hastaları tekerlekli sandalyeden kurtaracak çözümler için moleküler biyolojinin getireceği sonuçları beklemeksizin, kendisine dışarıdan ücretle çalıştıracağı bir araştırma ekibi kurup, genetik terapi gibi süreçler üzerinde çalışmaya başladı bile. Böylece ilk kez yeni bir sosyal kimlik yarattılar ve yeni bir araştırma gündemi oluşturdular. Amerika'da AİDS gönüllüleri ve göğüs kanseri gruplarınca başlatılan uzmanlara meydan okuma ve laboratuvarlara hücum etme geleneği, artık çoğu hasta ve onların klinik tedavilerini yürüten çevrecilere kadar yayılmış durum-
|
ortak özelliklerimiz olduğu için tanıdığımızı göz Önüne alırsak, fiziksel ve sosyal etkileri tamamen kapı dışarı etmemiz kuşkusuz mümkün değil. Ancak bu faktörlerle ağ uzayı arasındaki ilişki, uzun yıllardan bu yana çözülememiş bir sır. Örneğin Milgram, deneyinin neden çalıştığını açıklamayı asla başaramadı. Ağ verisinin toplanması çok güç olduğu gibi, çok güçlü bilgisayarlar olmaksızın karmaşık ağların analizini gerçekleştirebilmek de neredeyse imkansız.
İçeriği çok geniş olsa da, neyse ki şimdilerde ağ uzayı yavaş yavaş anlaşılmaya başladı. İster bulaşıcı hastalıklar, ister yeni çıkan kültürel modalar ya da ister fi-nans alanındaki yeni trendlerle ilgileniyor olun, İşe "ağ" anlamında düşünerek başlamak zorundasınız. Bağlanmak hem "İyi", hem de "kötü" olabildiğinden ağ uzayı zaman zaman bize yardım ediyorsa da bazen canımızı da acıtabiliyor. Ancak durum ne olursa olsun gerçek şu ki "ağ"Iar her yerde ve onlardan kaçış yolumuz yok.
°The New World" Ed. R. Koolhaas, Wired, Haziran 2(103
Çeviri: Ayşenur T. Akman
da. Bilimin en önemli parçalarından biri olan "çözülmesi gereken soruları formüle etmek" çabasında, bilim adamları artık yalnız değil.
Laboratuvardaki bilim konusundaki üçüncü bir önemli değişiklikse, incelenmesi gereken bilimsel problemlerin büyüklüğünün ve karmaşıklığının aşılması için laboratuarların yetmemesi. Örneğin küresel ısınmayı ele alalım; Geleceğin ne olacağından emin olabilmek için laboratuvarlar muazzam büyüklükteki bilgisayarlar üzerinde son derece karmaşık modelleri çalıştırıyorlar. Ancak söz konusu olan süreç her bir insanoğlunun katkısı, okyanusların ve atmosferin etkisiyle oluştuğundan, bunlarla bile simüle edilebilmesi mümkün olmuyor.
|
||
|
||||
Eylül 2003 41 BİLİM veTEKNİK
|
||||
|
||||