|
||||
|
||||
|
||||
|
Kan yaşamımız için gerekli en önemli sıvı. Yetişkin bir insanda 5 litre kadar bulunan bu sıvı, yalnızca dokulanmız ve organlarımızın gereksinim duyduğu oksijeni taşımakla ve vücudumuzu metabolizma artıklarından arındırmakla kalmıyor, bizi dış düşmanlara karşı koruyan farklı işlevlere sahip, farklı türden hücreleri de içinde taşıyor. Yaşam veren ve koruyan bu sıvı, kalp tarafından karmaşık bir atar ve toplardamar sistemi içinde dolaştırılıyor. Bu sistem, tüm dokularımızdaki hücrelere * gereksinim duydukları besinleri de iletiyor. Ellerimizin üzerinde, kollarımızın içinde görebildiğimiz damarlar, aslında bu karmaşık sistemin önemsiz bir bölümü. Bu ana damarlarla taşınan kan, büyük bir kılcal damarlar ağıyla dokulara dağılıyor. Yetişkin bir insanın vücudundaki tüm damarları uç uca eklesek elde edeceğimiz uzunluk en az 160.000 km olurdu. Bir başka deyişle,
bedenimizde dolanan kan aslında dünyayı 4 kez dolanıyor. Kanımızdaki kalabalık bir "işçi ordusu", içindeki hemoglobin molekülü sayesinde oksijeni, dokulara ileten ve alyuvarlar ya da kırmızı kan hücreleri diye de tanınan eritrositler. Kandaki acil ilkyardım ekipleriyse "pıhtı pulcukları" ya da trombosit olarak adlandırılan, bir kesiğe ya da yaraya kalabalık gruplar halinde yığılarak akıntıyı tıkayan hücreler. Kanımız ayrıca farklı sınıflara ayrılmış güçlü bir ordunun askerleriyle de dolu. Üzerlerindeki almaçlar sayesinde vücuda giren istilacıları belirleyip bu bilgileri hafızalarında tutan akyuvarlar (lökositler) ve benzeri savunma hücreleri, yabancı organizmaları yutarak ya da taşıdıkları çeşitli silahlarla yok ediyorlar.
|
|
||
|
||||
|
||||
|
||||
|
||||||
|
|
|||||
|
||||||
|
||||||
|
Yaşam sıvımızı pompalayarak sürekli olarak vücudumuzda dolaştıran kalp, içi boş bir kas. Kastan oluşmuş septum denen bir duvar, kalp boşluğunu yukarıdan aşağı bölerek, kalbi sağ ve sol bölümlere ayırır. Her iki tarafta iki kapak bu bölümleri iki odacığa böler: yukarıda bir kulakçık ve aşağıda bir karıncık. Kalp kası kasıldığında kanı önce kulakçıklardan, sonra karıncıklardan dışarı atar. Akciğerlerden gelen oksijenlenmiş kan, akciğer toplardamarlarından geçerek sol kulakçığa, oradan sol karıncığa geçer; sonda da aort yoluyla vücudun her yerine dağılır. Vücuttan gelen oksijeni alınmış kan, ana toplardamar yoluyla sağ kulakçığa, oradan sağ karıncığa geçer; sonra akciğer atardamarlarıyla yeniden oksijenlenmek üzere akciğere gider. Dinlenme sırasında kalp dakikada 60 ila 80 kez atar; bu sayı egzersiz sırasında ya da heyecanlandığında dakikada 200'e kadar çıkabilir.
|
|
||||
|
||||||
|
|
|||||
|
||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
|
|||||||||
Kanın renklendirilmiş taramalı elektron mikroskobuyla alınmış görüntüsünde kırmızı ve beyaz hücrelerle, pıhtı pulcukları görülüyor. Kırmızı kan hücreleri "eritrosit", her iki yüzeyi de, karakteristik içe doğru çökmüş görüntüleriyle ve yüksek sayılarıyla hemen belli oluyor. Bu hücreler hemoglobin adlı kırmızı bir pigment içeriyorlar. Okisjen hemoglobine bağlanarak dokulara ulaşıyor. Görüntüde sarı küreler biçiminde izlenen akyuvarlarlar "lökositler" yüzeylerinde ipliksi yapılar bulunan küre biçimli hücreler. Bunlar vücudun bağışıklık tepkisinde önemli rol oynuyorlar. Pulcuklar (pembe) kan pıhtılaşmasında önemli rol oynayan görece küçük hücreler.
|
|
|||||||||
|
eritrositler), beyaz küreler (lökositler ve lenfo-sitler), trombositler olarak üç gruba ayırabiliriz, itrositlerin başlıca görevi dokulara oksijen ta-.şırmak ve dokuda yakılan oksijenin atığı olan kar-bondioksiti dışarıya atılmak üzere akciğerlere taşımaktır. Eritrositler disk şeklinde göbek kısmı riye doğru basılmış son derece esnek hücredir. Esnek yapıları eritrositlerin en küçük doya kadar gidebilmesine ve en ince damarlar nde bile dolaşabilmesine olanak sağlar. Beyaz reler çeşit çeşit. Kabaca lökositler ve lenfosit-diye ayırabiliriz. Lökositler parçalı çekirdek-i olan hücreler, eosinofiller, bazofiller, makro-lar, monositler diye gruplanabilir. Bunlar ve trositler köken olarak aynı soydan gelen hüc-er. Bu grup hücrenin temel fonksiyonu, mik-ropları tanıyıp fagosite ederek ya da salgılarıyla eritmek. Lenfosit grubu beyaz küreler, lökosit ubu hücrelerle aralarında uzak akrabalık bu-nmasına karşın ayrı bir soydan gelirler. Bu creler bağışıklık sisteminin temel hücreleridir, as fonksiyonları mikropları ve vücuda yabancı r şeyi tanımak, bunları unutmamak ve ileriki manlarda tekrar karşılaşırlarsa hatıralarına yanarak hemen yanıt vermek (hafıza hücrele-ve yabancıyla savaşmaktır. Bu hücreler bizi, bize yabancı her şeye karşı savunurlar. Yabancı her şey deyimiyle kastedilen, yabancı mikroplar, başka insanlara ait doku ve yapılar ve yabancı her şey. Bu fonksiyonlarını yabancıya yapışıp onu tahrip edecek maddeler salgılayarak (hücresel immû'nite) (başlıca T lenfositler olarak bilinen bir alt grubun işidir) ya da yabancıya ait yapıları tanıyıp onlara karşı salgılar üreterek uzaktan uzağa onları tahrip etmek suretiyle (humoral immünite) (başlıca B lenfositler olarak bilinen bir alt grubun işidir) yaparlar. Trombositlerse damar sisteminde oluşan bir travma sonrası kan damar dışına çıkacak olursa o bölgede toplanıp yarayı tıkamak, daha sonra başlayacak pıhtılaşma reaksiyonları için salgılar üretmek görevini yapan hücrelerdir. Başka bir deyişle trombositler, pıhtılaşma ve yara tamiri konularında ilk tepkiyi veren hücrelerdir.
|
|
||||||||
|
||||||||||
|
temi vücudun her yerindedir.Kanın sıvı ve akış-kan vaziyette damar içinde tutmak da birbirleri-ni dengeleyen zıt sistemlerin işleridir. Kan damar içinde sıvı şekilde dururken herhangi bir yaralanmayla damar dışına çıktığında hemen pıhtılaşmaktadır. Hemostasis ve trombosis denen sistemlerin kontrolündeki bu olaylar ve bu sistemlerdeki aksamaların yarattığı hastalıklar artık hematoloji içinde bir bilim dalı olmuş bulunuyor.
Kan, dokulara besinler, oksijen, hormonlar, vitaminler ve mineralleri taşıyan, dokularda oluşan karbondioksit ve atık maddeleri ilgili dokulara ulaştıran bir ulaşım yolu. Kanın sıvı kısmı (plazma) içindeki protein, karbonhidrat, yağlar, hormonlar, vitamin ve mineralleri taşırken hücresel kısmı çeşitli fonksiyonlarda görev alır. Kanın hücresel elemanlarını kabaca alyuvarlar
|
|
||||||||
|
Kan damar sistemi içinde dolaşan sıvı bir dokudur. Bu sıvı dokunun ve kanın içindeki hücrelerin esnek yapılarının özellikleri ve damar sisteminin en küçük alanlara kadar yayılan yapısı, kanın vücudun her yerine, en küçük bir hücreye kadar gidebilmesine olanak sağlar. Bunun istisnası olan doku gözün saydam tabakası olan kornea'dır. Kornea besin, enerji ve oksijenini çevre dokudan diffüzyonla sağlar. Kalp, beyin, karaciğer, akciğer, mide, barsak, pankreas, hormon salgılayan dokular (tiroid, paratiroid, hipofiz, böbrek üstü bezleri, yumurtalık ve tes-tisler) kas, iskelet dokuları neyse kan da öyle bir dokudur. Ancak diğer saydığım organların yerlerini kabaca da olsa dıştan gösterebilseniz bile kan dokusu ya da bağışıklık sistemivle ilgi-
|
|
||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
BİLİMveTEKNİK 4 Ekim 2003
|
||||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
|
|||||||||
oluşturabilme yeteneğindedirler. Aynen bir tohumdan bir meyve ağacı ve sonunda meyvelerin oluşması gibi kök hücreler de hangi kan hücresini oluşturacaklarsa o hücrenin tohumu gibi hareket ederek bir yandan o kan hücresinin değişik olgunlaşma evrelerinden geçerken, bir yandan da çoğalırlar. Bu değişim sırasında erken gelişme evrelerinde çoğalma fonksiyonu çok fazlayken daha sonra hücrenin olgunlaşma ve normal fonksiyonlarını kazanabilme için uğraşısı daha önemli bir yer tutar. Kök hücre o sırada hangi kan hücresine ne kadar gereksinim varsa onu yapmak için farklılaşır ve çoğalır. Bu eylem içinde tümüyle hiyerarşik bir zincir izlenir. Kök hücrenin hangi hücreyi oluşturacağı ve ne kadar hücre oluşturacağı bu olgunlaşma sürecinde hem ara kademeleri kontrol eden, hem de daha kök hücre düzeyinde etkiyen bazı hücre salgıları (büyüme faktörleri, sitokinler) tarafından kontrol edilir ve belirlenir. Bu salgılar hem olgun bazı kan hücreleri tarafından, hem de kemik iliğinde kök hücre ve ondan olgunlaşmakta olan kan hücrelerine ev sahipliği yapan hücreler tarafından salınır. Anlaşıldığı gibi, kemik iliği değişik kan hücrelerinin değişik olgunlaşma evrelerinde yapılageldiği zengin çeşitlilik gösteren bir üretim yeri. Bu üretim başlıca iki ana koldan yürür. Bunlardan birisi sonunda eritrositler, löko-sitler ve trombositleri oluşturan myeloid kol, di-ğeriyse sonunda lenfositleri oluşturan lenfoid koldur. Bu olgunlaşma ve çoğalma sürecinde hücreler yeterli olgunluğa gelince en ince kılcal damarların içine girerek dolaşıma katılırlar. Artık hücreyle içinde bulunduğu çevre hücreler arası bazı bağlar ve belirteçlerdir. Bu düzenin aksamadan yürümesi, kök hücre ve kemik iliğinin ev sahibi hücrelerinin ve değişik olgunlaşma kademelerini kontrol eden mekanizmaların hatasız ve bir saat dakikliği ve bir kuyumcu titizliğinde çalışması sayesinde mümkün olur.
Anlaşıldığı gibi kök hücre her kan hücresini oluşturabilme özelliğinde bir hücredir. Kan hücrelerini oluşturan kök hücreler olgunlaşma ve çoğalma sürecine başlamadan önce kendilerinin kopyasını yaparak yedeklerler. Bu özellikleri kök hücrelerin tükenmesini engeller. Kan hücrelerini oluşturan kök hücreler gibi sinir hücreleri, karaciğer hücreleri, bağ dokusu hücreleri ve diğer dokuların olgun hücrelerini de oluşturan kök hücreler vardır. Hatta bu kök hücreler bazı çok özel 'durumlarda farklılaşarak birbirlerinin olgun hücrelerini dahi üretebilirler.
Kan çocuk anne karnında gelişirken karaciğer ve dalakta yapılır. Çocuğun anne karnındaki gelişme süreci içinde kanın yapım yeri kemik iliğine doğru kaymaya başlar. Doğumda kanın esas yapıldığı yer kemik iliğidir. Erişkinde bazı hastalık durumları dışında kanın yapıldığı yer kemik iliğidir. Kan yapan kök hücreyi damardan kan dolaşımına verseniz kan yapmak üzere gidip yerleşeceği yer kemik iliği olacaktır. Kan yapan kök hücrenin gidip kemik iliğine yerleşmesi olayına evine yerleşme (homing) denir.
|
|
|||||||||
|
Kan hücrelerinin yaşam sureleri bellidir. Bu hücreler doğar, fonksiyonlarını yerine getirir, yaşlanır ve ölürler. Örneğin, eritrositlerin yaşam süresi ortalama 120 gündür. Beyaz kürelerin bir kısmı 24-48 saat yaşarken bazıları birkaç hafta yaşar bazılarıysa (hafıza hücreleri) bir insan ömrü süresince yaşarlar. Trombositlerin yaşam süresiyse 7-10 gündür. Her gün kan dokusuna ait milyonlarca hücre ölürken, milyonlarcası da yeni yapılıp dolaşıma katılır. Normal şartların dışına çıkıldığında, örneğin bir kanama halinde fazla miktarda eritrosit kaybedilirse eritrositlerin yapımı artarak bu durum telafi edilir ya
|
|
||||||||
|
beyaz küre ihtiyacını yapımı artırarak karşılar. Yaşam süresi dolduğu için yıkılan hücreler aynen çöplerin işlenerek değerlendirilmesi gibi yıkım yerinde kendini oluşturan parçalara ayrılarak yeni hücrelerin yapımında kullanılır. Yani vücut kendine ait her yapı taşını korumaya, tekrar kullanmaya, hiçbir şeyi israf etmemeye programlıdır.
Kan hücrelerinin yapım yeri kemik iliğidir. Kan hücreleri kemik iliğinde kök hücreden fark-lılaşarak çoğalırlar (hematopoiesis). Kan dokusuna ait kök hücreler, değişik kan hücrelerini
|
|
||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
|
Pıhtı pulcukları: Trombosit de denen pulcuklar kemik iliğinde oluştuktan sonra kanda dolaşan küçük çekirdeksiz
hücreler. Görüntüde düzensiz biçimde izlenen pulcukların üzerinde, serotonin ve histamin taşıyan kovuklar
bulunur. Pulcuklar, hasar görmüş kan damarlarıyla temasa geçip etkinleşinceye kadar disk biçiminde olurlar, j
Pulcuklar, küçük damarların çeperlerihdeki delikleri tıkarlar; ayrıca pıhtılaşmayla serotonin ve histamin şahmında
rol oynarlar. Serotonin hasarlı kan damarlarını büzüştürür; böylece kan akışını ve dolayısıyla kan kaybını sınırlar.
|
|
||||||||
|
||||||||||
|
||||||||||
Ekim,2003 5 BİLİMveTEKNİK
|
||||||||||
|
||||||||||
|
||||
|
|
|||
herhangi bir aksaklığı birebir görebilmenin yolu kemik iliğini incelemektir.
Kemik iliği hasta yüzükoyun yatarken bel kemiğinin iki yan taraflarındaki leğen kemiği delinerek alınır. Burada kemik iliği örneği bel kemiğinden değil ona bitişen leğen kemiğinden alınmaktadır. Önce özel Maçlarıyla cilt temizliği yapılır. Daha sonra kemik iliğinin alınacağı bölgede kemik (üzerini örten ve periost diye bilinen zarı) bir anestetik madde zerk edilerek uyuşturulur. Bu işlemlerden sonra kalınca özel bir iğne kemik içine sokulur ve iliğin olduğu yere kadar ilerletilir. İğne yerine gelince bir enjektör yardımıyla ilik dokusu emilir (aspirasyon). Çekilen ilik, lam denen bir cam üzerine yayılır, kuruduktan sonra özel boyalarıyla boyanıp mikroskop altında incelenebilir. Kemik iliği aspirasyonuyla kan yapan kök hücreler ve bunlardan oluşmakta olan değişik olgunlaşma evrelerindeki kan hücreleri incelenebilir. Bu işlemi yapmakta kullanılan iğne, iliğin içinde ilerletilirse ilik dokusu iğnenin içine girer. İğneye çeşitli hareketler verilerek iğne içindeki ilik dokusunun yerinden kopması sağlanabilir. Daha sonra, çıkarılan iğnenin içinde kalan ilik dokusu, özel ilaçlı sıvısı içinde değişik işlemlerden geçirilerek kesitler alınıp boyanarak tetkik edilir. Bu işleme kemik iliği biyopsisi denir ve hematolojik patoloji konusunda uzmanlaşmış patologlar tarafından değerlendirilir. Kemik iliği biyopsisi kök hücreden kan yapımını kemik iliği stroması içinde değerlendirir. Yani biyopsiyle aspirasyonun yeri ve kıymeti farklıdır. Bu nedenle çoğu kez daha geniş bilgi için bu iki işlem aynı anda yapılır.
Kemik iliği aspirasyonu cam üzerine yayılıp, özel boyalarla boyanarak mikroskop altında değerlendirildiğinde kemik iliğinde yer alan en genç ve olgunlaşmamış hücrelerden, giderek olgunlaşmış olanlar ve kan dolaşımına katılmaya hazır hale gelmiş hücrelere kadar bütün hücreleri görmek mümkündür. Hematologlar kemik iliğindeki bu hücreleri görünümlerinden (morfoloji) tanırlar. Hangi hücrenin sonunda hangi hücreyi oluşturmak üzere hangi olgunlaşma evresinde hücre olduğu tanınır. Normal koşullarda yürüyen bir kan yapım süreci (hematopoie-sis) içinde genç, olgunlaşmakta olan hücrelerin oranlarında değişiklikler (azalmalar ya da çoğalmalar) ya da hücrelerin görünümlerinde normale göre sapmalar olması hastalık olarak kabul edilir. Hücre görünümleri normal olduğu halde özellikle oransal değişiklikler olması hali bazı zorlanmalar halinde gelip geçici olarak ve durumu kurtarmak için oluyorsa bu durum hastalık değildir. Örneğin bir kanama ya da kan bağışı sonrasında kemik iliğinde eritrosit yapan genç
|
||||
Kemik iliğinin renkli taramalı elektron mikroskop görüntüsü: Görüntüde disk biçimli kırmızı kan hücreleri ve
altta küre biçimli beyaz kan hücreleriyle bir kemik trabekulası (kahverengi) görülüyor. Kemik iliği, sünger
biçimli kemikte trabeküller arasındaki boşluğu dolduran bir doku. Bu dokuda (resimde görülmeyen) kök
hücreler kanda bulunan 3 çeşit hücreye: kırmızı (eritrosit), beyaz (lökosit) ve pulcuk (trombosit) hücrelere
farklılaşıyor. Yassılaşmış osteoblast hücrelerin (ortada) trabekulayı kapladığı görülüyor. Koyu bölgeler
genellikle kan damarlarınca dolduruluyor.
|
||||
Kemik iliği, kemik dokunun iç kısmında yer alan süngerimsi yapıda ince kemik ağ ve bu ağ içine dağılan ve en uzak yerlere kadar uzanan dallanmış, ince bir kılcal damar sistemi içine yerleşmiş bağ dokusu hücrelerinden (fibroblast-lar, yağ hücreleri, makrofajlar, retikulum hücreleri v.b) oluşur. Bu bağ dokusu hücreleri ve damarın iç duvarını döşeyen endotel dediğimiz hücreler kan yapımında kök hücrelerle bizzat temas ederek ya da yakın çevresini etkileyen çeşitli salgılarıyla kan yapımında önemli görev alacak şekilde özelleşmişlerdir. Kök hücrelerin normal kan hücreleri yapabilmesi için bu yapı içinde belli noktalara yerleşmesi ve kemik iliğinin kendi hücreleriyle direkt teması, ayrıca onların salgıladığı, sitokin dediğimiz büyümeyi yönlendirici ve sağlayıcı salgılarla teması gerekir. Kök hücrenin çevresinin (mikro çevre) (kemik iliği stroması) bu desteği olmazsa kan yapılamaz. Mikro çevreyi oluşturan hücreler de sürekli olarak yenilenirler. Bunları da oluşturan kendi kök hücreleri vardır. Bu hücrelerin de hastalıkları vardır. Anlaşıl-
|
maktadır ki sağlıklı kan yapımı yalnızca kan yapan kök hücrelerin değil kemik iliği stromasının da sağlıklı olmasına bağlıdır.
Kemik İliğini Görebilir miyiz?
Kan bilimi (hematoloji) ile uğraşanların (hematologlar) kanla ilgili pek çok olayda görmek istedikleri yer kemik iliğidir. Kemik iliği kanın esas yapım yeri olduğu için kan yapımıyla ilgili
|
|||
|
||||
BİLİM veTEKNİK 6 Ekim 2003
|
||||
|
||||
|
||||||
|
İLİĞİ
|
|
||||
|
||||||
öncül hücreler ve olgunlaşmakta olan eritrositlerin oranı artar. Aynı şekilde, bir enfeksiyon halinde lökosit yapan öncül hücreler ve bunlardan gelişen olgunlaşmakta olan hücrelerin oranı artabilir.
Kemik iliği biyopsileri kemik iliğinde kan yapımına katılan hücre oranını değerlendirmekte ve kemik iliğinin stromasıyla kan yapımında olan hücrelerin birbirleriyle etkileşimleri ve orantısal dağılımları için bilgi verir.
Olgun kan hücresini yapmak için değişimler geçirmekte olan kök hücreler, sonunda hangi hücreyi yapacaksa o hücrenin erken dönem hücreleri olarak gelişimlerini sürdürürlerken hücre yüzeyinde içinde bulundukları olgunlaşma dönemine ait yapılar taşırlar. Aslında her hücre çevresindeki ortamla iletişimini hücre yüzeyinde bulunan bazı karbonhidrat, protein ve yağ yapısında ya da bunların kombinasyonuyla oluşmuş moleküller vasıtasıyla yapar. Bu moleküller, hücrelerin diğer hücreler tarafından yollanan sinyalleri alması, çeşitli büyüme faktörlerinin bu hücreler
|
|
|||||
|
||||||
Kemik İliği Nakilleri
|
üzerinde etkilerini gösterebilmesi, bu hücrelerin görevlerini yapacakları yerlerde yerleşebilmeleri ve hücrelerin birbirleri arasındaki etkileşimi sağlamada önemli roller alırlar. Kan hücrelerini oluşturmak üzere değişik olgunlaşma evrelerinden geçen hücreler de, içinde bulundukları olgunlaşma döneminde gelişmeleri için kendilerine gerekecek sinyal ve desteği sağlayacak moleküller taşırlar. Bir sonraki gelişme döneminde bu moleküllerden artık işi bitenler kaybolurken, yeni olgunlaşma dönemi için gerekli olanlar hücre yüzeyinde belirirler. Günümüzdeki gelişmelerin ışığında artık bizler her olgun kan hücresini oluşturan değişik evrelerdeki hücrelerin gelişme evrelerinin her birinde hücre yüzeyinde bulunan moleküler yapıların neler olduğunu bilmekteyiz. Bu moleküler yapıların hangilerinin hücre yüzeyinde bulunduğunu tespit etmek de mümkündür. Tabii ki bu molekülleri tanımak, bu molekülleri belirleyecek karşıt yapıları oluşturmak (rekombinant moleküller) bunları işaretleyerek tespit edebilmek (flow cytometry=akım sitometrisi) teknolojideki çok hızlı ilerlemeler sayesinde oldu. Bütün bu teknolojik gelişmeleri kullanarak kemik iliğinde bulunan hücrelerin hangi olgun kan hücresinin hangi gelişme evresindeki hali olduğunu tespit etmek artık yalnızca görünümleriyle değerlendirmeye bağlı olarak değil fakat moleküler yöntemlerle ve daha büyük bir duyarlılıkla yapılabilmekte. Günümüzde kemik iliği aspirasyonları bu metotlar kullanılarak da değerlendirilmektedir. Kemik iliği aspirasyonuyla alınan hücreler ayrıca kromozomlarında meydana gelmiş olan anormalliklerin tespiti için de kullanılırlar. Anormal klonun hangi kromozom bozukluğunu taşıdığının saptanması bu hücrelerin ileriki davranışları için önemli bilgi verir. Bu bilgi sayesinde hastaya uygulanacak tedavinin yönü belirlenir.
|
|||||
|
||||||
|
||||||
Ekim 2003 7 BİLİMveTEKNİK
|
||||||
|
||||||
|
||||||
|
||||||
|
||||
BAĞIŞIKLI
|
||||
|
||||
|
lar. Bu salgılar yabancı hücreye yapışarak onların ya doğrudan doğruya ya da bağışıklık sistemine ait özelleşmiş diğer hücreler tarafından yok edilmesine yararlar. Bu tür bağışıklık sistemine de humoral immünite denilir. Kan yapan kök hücrenin len-foid kolu bu hücreleri yapar. Bu sırada T lenfositleri yabancı hücreyi tanımak fakat bu arada kendine ait yapıları kollamak ve onları yabancıdan ayırmak için ve fonksiyonları sırasında işin dozunu kaçırmadan nerede duracağını kontrol edecek hücre alt gruplarını da oluşturmak için eğitimden geçirilirler. Bu eğitimin yeri timus'tur.
Timus, özellikle anne karnındaki bebeğin gelişme döneminde çok büyük olan sonraki dönemlerde giderek küçülen, erişkin yaşlarda artık bir kalıntı haline dönen ve göğüs boşluğunda kalp'in önünde yer alan bir organdır. Sakatat olarak yendi-
|
|||
|
||||
Kan yapımının anlatımımda ağırlık myeloid kola (eritrosit, lökosit ve trombositleri yapan kol) verildi. Ancak, kök hücreden kaynaklanarak çoğalan bir de lenfoid kol vardır. Lenfoid kol bağışıklık sisteminin temel hücreleri olan lenfositleri oluşturur.
Lenfositler fonksiyonlarını başlıca iki mekanizmayla yaparlar. Bunlardan birisi yabancı hücreyi tanıma, ona doğrudan yapışarak çeşitli salgılarıyla onları yok etmektir. Bu grup lenfositler T lenfositleri olarak bilinirler. Bu mekanizmayla yürütülen bağışıklık sistemi, hücresel immünite olarak bilinir.
Diğer mekanizmaysa B lenfositleri tarafından yürütülür. Burada yabancı hücreye ait yabancı moleküler yapılar (antijen) yine bağışıklık sistemine ait özelleşmiş hücrelerce hazırlanarak B lenfositlerine tanıtılır. Bu tanıma işleminden sonra B lenfositleri bu yabancı moleküler yapıya karşı antikor denilen salgılar salar-
BİLİM veTEKNİK 8 Ekim 2003
|
|
|||
Beyaz kan hücrelerinden biri olan T-lenfosit ya da T-hücresinin renklendirilmiş taramalı elektron mikroskop görüntüsü. Bu hücrelerin bir özelliği, hücre yüzeyinden uzanan uzun "mikrovillus"lar. T-lenfositleri, AİDS
hastalığına yol açan HIV virüsleri tarafından enfekte edilebilirler. Beyaz kan hücrelerinin üç tipi var:
granülositler, lenfositler ve monositler. Antikor üretebilen her üç tip de, vücudu yabancı organizmaların
işgalinden koruyan bağışıklık sisteminin parçaları.
|
||||
|
||||
|
|||||
K SİSTEMİ
|
|||||
|
|||||
|
|||||
|
|||||
ğinde uykuluk diye bilinen organdır. B lenfositleriyse lenf bezleri, bağırsak iç yüzü, deri altı, solunum yollarının iç yüzleri gibi vücudun yabancı yapılarla karşılaşabileceği tüm yerlere dağılmıştır. Yani lenfositlerin ilk yapım yeri kemik iliği olmakla beraber, gelişimlerini sürdürdükleri evleri hemen tüm vücuttur. Bir kere yabancıyı antikorlar geliştirmek için hazırlıklarını yaparlar ve çoğalırlar. Lenfoid kolda bulunan hücrelerin kaynak aldığı ve ilk çoğaldıkları yer kemik iliği olmakla beraber, bunların fonksiyonlarını yapmak üzere eğitilip olgunlaştıkları yerler çeşitlidir.
Lenfositler işlerini yaparken çok büyük bir işbirliği halinde çalışırlar, değişik kademedeki fonksiyonlar için özelleşmiş hücreler vardır. Bu
|
hücreler ya birbirleriyle direkt temas ederek ya da sitokin adı verilen salgılarıyla haberleşirler. Bağışıklık sisteminin de kendi içinde son derece gelişmiş, hiyerarşik bir çalışma düzeni vardır. Bu düzeni bozucu sapmalar hastalık olarak karşımıza çıkar.
Bağışıklık Sistemini Görebilir miyiz?
Bağışıklık sistemi, çeşitli testlerle kontrol edilebilir. Örneğin çeşitli mikroplara karşı antikor yapabilme ve bunların miktarı, çeşitli yabancı moleküllere karşı hücresel yanıtlar deneylerle ölçülebilir. Lenfositlerin yapısal bozukluklarıyla oluşan kanserleri de -aynen myeloid kolda olduğu gibi- hem görünümleri, hem lenf
|
bezi içindeki yerleşimleri, hem üzerlerinde normalde bulunmaması gereken yapıları taşımaları, hem de kromozom anormalliklerinin varlığının saptanması gibi metotlarla saptamak mümkündür. Bu amaçla lenfositlerin bir sürü evinden en önemlilerinden birisi olan lenf bezleri cerrahi olarak çıkarılarak incelenebilir. Lenf bezi biyopsisi denilen bu işlemden sonra doku hem mikroskop altındaki görünümü, hem hücrelerin üzerinde taşıdıkları işaretlerin saptanması, hem de çeşitli kromozom anormalliklerinin tespiti gibi işlemlerden geçirilerek bozukluğun hangi kademeden kaynak aldığı ne tür bir bozukluk olduğu, buna göre hastalığın huyu, davranış şekli anlaşılabilir.
Şimdi gelelim bu normal düzendeki sapmalara...
|
|||
|
|||||
Ekim 2003
|
BİLİMveTEKNİK
|
||||
|
|||||
|
||||||
KAN YAPIMINDA N(
|
||||||
|
||||||
Kan yapımı (ve vücuttaki işlevlerin hepsi) tümüyle kontrollü ve tümüyle hiyerarşik bir düzen içinde yürür. Sağlıklı bir toplum düzeni de yasalara uyulması ve düzenin parçası olan kuruluşların birbirleriyle eşgüdümlü olarak çalışmalarıyla sağlanır. Bu düzen içinde herkesin, her kuruluşun bir görevi vardır ve hakları da sınırlıdır. Bu düzenin aksamadan çalışması için de bir otorite iş başındadır. Ancak bir toplum düzeni içinde kurallara uymayanlar, görevini isteyerek ya da istemeyerek (kasten) kötü yapanlar ve bozulan düzenden menfaat umanlar vardır. Önemli olan bu aksaklıkları görüp düzeltmek, önlem almak, yangını başından söndürmektir. Tabii bu iş için kontrol mekanizmalarının sağlıklı kurulması ve iyi çalışması gerekir. Kan yapımı sırasında da normalden sapmalar olabilir. Aslında kan yapım işi (diğer dokularda da hücre yenilenmesini gerektiren çoğalma işlemleri) kontrollü biçimde hücre çoğalması ve farklılaşmasıyla olur. Her gün milyarlarca yeni hücrenin yapıldığı vücutta (sistem ne kadar iyi çalışıyor olsa bile) hatalı üretimler olur. Çünkü bir çoğalma işlemi, daha önce çoğalma
|
hücreler, bağışıklık sisteminin hücreleri tarafından yüzeylerinde taşıdıkları normalde olmayan işaretler aracılığıyla tanınırlar ve yok edilirler (kanser immünolojisi). Yani daha işin başından hatalı gelişme önlenir. Toplumlarda da normal düzenin dışına çıkacak olay ve davranışlar daha başında hoş görülmez, cezalandırılır ve anında yok edilmezse sonradan neler olabileceğini kan hastalıkları örneğinde görelim. Her ne sebeple olursa olsun normalin dışında bir hücre gelişimi bağışıklık sistemi tarafından yok edilmeye çalışılırken, normalden sapmış olan hücre de (her canlının yaptığı gibi) kendin! kurtarmaya, çeşitli yollarla bağışıklık sisteminden saklanmaya, onu kandırmaya çalışır (tümör kaçış yolları). Anormal hücre bu kaçış olayında başarılı olursa çoğalarak güçlenir. Anormal hücreler bir kan hücresinin gelişim evresinde herhangi bir hücrenin herhangi bir olgunlaşma kademesinden kaynak alabilirler. Artık bu hücreler anormal olduklarına göre öncelikle herhangi bir hiyerarşik düzeni tanımadan çoğalırlar. Çoğalmaları gerekli mi? yoksa değil midir? Bu, hücreler için önemli değildir.
|
Bunların tek düşündüğü kendileridir. Hiçbir düzene bağlı olmadan, olgunlaşmadan, hiçbir görev yapmadan yalnızca çoğalırlar. Enerji kaynakları bedendir. Bedeni sömürürler. Anormal hücreler hücre yüzeylerinde normalde olmaması gereken moleküller ve yapılar taşırlar. Bu özellikleri onların normal hücrelerden ayrılmasını sağlar. Hücrelerin yüzeylerinde anormal özellikler taşıyan yapılar taşıması onların gelişme ve sonsuz çoğalmaları için gerekli olabilir. Üzerinde taşıdıkları bu anormal yapılar bu hücrelerin kaynağı (myeloid ya da lenfoid hücre kaynaklı) ve huyu hakkında da bilgi verir. Tıp dilinde bu tür anormal hücreler kanser hücreleri olarak bilinirler. Kan yapımıyla ilgili hücrelerin kanser hücreleri haline gelmesiyle oluşan bu tür hastalıklara kan kanserleri (lösemiler) denilir. Bu hücreler çoğalarak kemik iliğini doldurur, böylece kemik iliğinde normal hücrelerin kan yapımını bozarlar. Ayrıca çeşitli salgılar yaparak da normal kan yapımını engellerler. Bu hücreler hızını alamayarak kan dolaşımına çıkarlar, hatta başka organlarda yerleşerek oralarda da çoğalıp bu organların görev
|
||||
|
||||||
işlemini tamamlamış bir hücrenin belli bir süre istirahat ettikten sonra tekrar uyanarak çoğalma için gerekecek gücü ve malzemeyi depolaması, çoğalma işleminde görev alacak hücre elemanlarının bu görev için yeterince güçlenip birikim yapması ve bölünerek bir hücreyken iki hücre olacak genetik malzemenin ve destek elemanlarının yeterli düzeye geldikten sonra bölünme işleminin gerçekleşmesiyle olur. Hücre siklusu (devinimi) ismiyle bildiğimiz bu işlemlerdeki herhangi bir aksama, hatalı hücre yapımıyla sonlanır. Özellikle genetik bilgiyi taşıyan kromozomların uygun oranda iki kısma ayrılmaması (hipo ya da hiperploidi), ya da kromozomlarda olabilecek kırılmalar, kırılmış parçaların başka kromozomların yapıları içine yerleşmeleri (translokas-yon), kırılmış kromozomların yok olmaları (delesyon) ya da kromozomların kırıldıktan sonra bu kez ters dönerek aynı ya da başka kromozomlara yapışmaları (inversiyon) sonunda hilkat garibesi sayabileceğimiz tuhaf özellikleri olan hücrelerin oluşmasına yol açar. Kromozomlardaki bu anormalliklerin oluşması, bazı iç ya da dış faktörlerin uyarısıyla gerçekleşebilir. Bazen de, bu tür tuhaflıkların oluşmasını
|
|
yapmalarını da engellerler. Kan yapılamadığı için yaşlanarak normal ömrünü tamamlayan eritrositler, beyaz kan hücreleri ve trombositle-rin yerine yenileri gelmediği için kansızlık, mikroplarla mücadele yeteneğinde bozulma, sık enfeksiyonlar, enfeksiyonlarla başa çıkama-ma, ve kanamalar görülür.
Kan hücrelerinin yapısal bozukluklarına bağlı hastalıklar, her zaman bu kadar ağır olmayabilir. Bazen yapısal bozukluklar, hücrelerin olgunlaşma yeteneğini tümüyle bozmaz; fakat düzensiz ve programsız olarak çoğalmalarına yol açarlar. Hücrelerin bu çoğalması genel olarak bütün kan hücrelerini ilgilendirse bile, bazı kan hücreleri için durum daha belirgin olabilir. Bu tür kanserler, kemik iliğini dolduran değişik olgunlaşma evrelerindeki hücrelerin kana, oradan da dokulara (başlıca dalak ve karaciğer) ilerlemesiyle sonlanır. Bu tür kan kanserlerine kronik myeloprolifera-tif hastalıklar (içlerinde bir tanesi de kronik myeloid lösemidir) denir. Bu hücrelerin dur durak bilmeden çoğalmasına yol açan kromozom bozukluklarına yenilerinin eklenme
|
||||
açıklayacak bir neden bulunamayabi-lir. Aslında bu aksaklıkların oluşmasının uygun açıklamaları vardır da biz hepsini bilmiyoruz. Bilim bunları çözme yolunda ilerliyor.
Hatalı üretilmiş ve gerçek görevini yapamayan, hatta kendi başına başka işler yapmayı kendine iş edinen bu
|
siyle hastalık akut lösemi şekline
|
|||||
Orak hücre kansızlığında, normal kırmızı kan hücreleriyle orak hücreleri
arasındaki farklar görülüyor. Orak hücre kansızlığı, oksijen taşıyan
hemoglobinin yapısının bozulduğu, kalıtsal bir kan hastalığı. Oksijenini
kaybeden hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin orak şeklini almasına neden
oluyor. Sonuçta kemik ağrısı ve organlarda hasar ortaya çıkıyor. Orak
hücreler, kan içinde kolaylıkla yok edilebiliyorlar. Hastalığın etkili bir
tedavisi henüz olmasa da belirtileri ortadan kaldırmaya yönelik tedaviler var.
|
||||||
dönebilir.
Bazen yapısal bozukluk kan yapımının hatalı olarak sürdürülebil-mesine yol açar. Burada kan hücrelerinin kana salınacak olgunluğa erişmesinde sıkıntı vardır. Çünkü
|
||||||
olgunlaşmanın bazı evrelerini başa-
|
||||||
|
||||||
BlLİM ve TEKNİK 10 Ekim 2003
|
||||||
|
||||||
|
||||
|
||||
|
||||
rıyla gerçekleştirenime, sonunda yapılan kan hücrelerinin yeterli fonksiyon görememelerine yol açar. Dolayısıyla, yeni kan yapımı olsa bile yapılan kan hücreleri sayıca ve fonksiyonları itibarıyla yetersiz olurlar, bu hücrelerin yaşam süreleri de normale göre daha kısa olabilir. Dolayısıyla bu tür hastalığı olan kişiler kansızlık (anemi), sık enfeksiyonlar, kanamalardan şikayet ederler. Bu grup hastalıklara Mye-lodisplastik Sendrom (MDS) denilir. MDS de kendi içinde değişik alt gruplara ayrılır. MDS, lösemiyle aynı şey değildir. Fakat bu hastalıkta da kan yapımında hem nicelik, hem de nitelik olarak bozukluk vardır. Bunların bazıları akut lösemiye ilerlerler. Bu hastalığın kaynak aldığı bozukluk da değişik kromozom hasarları olabilir.
Bazen anormal yapıya bürünen kan hücresi, lenfoid koldan kaynak alabilir. Bağışıklık sisteminin temel hücreleri olan lenfositlerin hastalıkları, akut lenfositik lösemi, kronik len-fositik lösemi, lenfoma, Hodgkin hastalığı, multiple myeloma diye isimlendirilen değişik isimlerle anılan değişik özellikte ve değişik kademelerden kaynak almış kanserlerdir. Gerçi bu hastalıklar değişik özellikler taşısa bile, hastalığın başlangıcında lenfoid sistemin değişik kademelerinden kaynak alan anormal bir yapıya bürünme ve büründüğü yapının anormal özelliklerini gösteren anormal çoğalmalar görülür.
Lenf sisteminin anormallikleri, değişik huy ve davranışlar gösterebilir. Bazıları, ortaya çıkmalarından sonra -tedavi edilmezlerse- kısa sürede ölümle sonlanır. Bazılarıysa, hastaya belirgin bir zarar vermeden yıllarca sessiz kalabilirler. Hatta bunların bir kısmı tesadüfen yakalanırlar. Huyu ne olursa olsun, hastalığın yaygınlığı tedavi planlarının yapılması için çok önemlidir ve hastalık tanısı konduktan sonra vücutta nerelerde, ne kadar yaygın olduğunu tespit etmek için bilgisayarlı tomografiler, lenf bezi, kemik iliği biyopsileri gibi metotlarla incelemeler yapılmalıdır.
Bütün bu hastalıklarda ana özellik başlangıçta bir kanser hücresi haline dönmek üzere değişim geçiren bir hücrenin bağışıklık sisteminin zayıflığı ya da bu hücrenin kendini iyi saklaması sonucunda yaşama şansı bulması ve tek bu hücreden çoğalan kendine benzerlerin vücudu tahrip etmesidir. Yani bozuk hücrenin (klon) soyundan gelenler, yalnızca onun özellikleri ve huyunu gösteren tek özellikli kanser hücresi topluluğu haline gelmektedir (monok-lonalite). Oysa normal kan yapımı sırasında değişik sayıda kök hücreden kaynak alarak olgunlaşan ve çoğalan hücreler topluluğu vardır. Bunlar belli düzen içinde aynı hedefe doğru yü-rüseler bile, kaynak aldıkları kök hücreler çok sayıdadır ve bu hücrelere ait yapısal nüansları bünyelerinde barındırırlar (poliklonalite).
Kemik iliğinde kan yapımını ilgilendiren bir diğer hastalıksa kemik iliğinin susması ve kan
|
Telofaz
Kromozomlar, hücrenin karşt
kutuplarına ayrılmış durumdalar. Mekik iplikçikleri ayrılıyor ve çekirdek zarı yeniden oluşmaya başlıyor.
|
lar arasında çeşitli ilaçlar, kimyasal maddeler, ağır metaller, radyasyon, çeşitli virüs enfeksiyonları sayılabilir. Hastaların üçte ikisinde gerçek bir sebep gösterilemez. Bunların bir kısmının bağışıklık sisteminin kendi hücrelerine (yanlış olarak) saldırısının hastalığın sebebi olabileceği düşünülür. Her ne sebeple olursa olsun sonuç kan yapımının durmasıdır.
Bazen kan yapan kök hücre ve kemik iliğinin kendi hücreleri (stroma) sağlıklıdır. Ancak kemik iliği başka bir yerdeki kanser hücreleri tarafından işgal edilmiştir. Her türlü kanser kemik iliğine de atlayabilir (metastaz) fakat kemik iliğini işgal etmeyi en sevenler meme, akciğer, mide-bağırsak sistemi kanserleridir. Kemik iliğinin bu şekilde işgal edilmesi de kan yapımını bozarak kansızlık (anemi), kanamalar, enfeksiyonlara dirençte azalma yapabilir.
|
||
yapımı işini yapmamasıdır. Bir başka deyişle kemik iliği normal kan yapımı işine son vermiş ve çöl gibi bomboş kalmıştır. Bu hastalarda kemik iliği, yağ dokusunun istilasına uğramıştır. Hastaların yaşlanmasıyla yıkılan kan hücreleri yerine yenisi yapılmamaktadır. Buna bağlı olarak kanda eritrositler, beyaz küreler (bilhassa lökositler) ve trombositler sayıca çok az değerlere düşerler.
Bunun sonucunda kansızlık (anemi), hastalıklara direncin azalması ve sık yaşanan ve tedavisi güç olan enfeksiyonlar ve kanamalar görülür. Burada kök hücre ya da kök hücrenin evini oluşturan kemik iliği stromasma ait birtakım bozuklukların bu hastalığın oluşmasına neden olduğu düşünülür.
Aplastik anemi adıyla bilinen bu hastalığın oluşması için bilinen bazı sebepler vardır. Bun-
|
||||
|
||||
Ekim 2003 11 BİLİM veTEKNİK
|
||||
|
||||
|
||||||
|
KAN YAPIMINI İLGİLENDİRE
|
|
||||
|
||||||
|
renginde değişmeler, sinir sistemi, solunum sistemi, kalp ve dolaşım sistemi, karaciğer, pankreas, bağırsak hücrelerinde gelip geçici, bazen de kalıcı zedelenmeler olabilmektedir. Hastaları en çok üzen, saç dökülmeleridir. Saç oluşturan hücrelerin de tedaviden etkilenmesiyle saçlar dökü-lebilmektedir. Ancak tedavinin etkisi geçince saçlar eskisi gibi yeniden çıkmaktadır.
Bu tedaviler sonucunda kemik iliğini işgal eden kanser (lösemi) hücreleri ölünce kemik iliği bomboş kalır. Kemik iliğinde yalnızca stromayı oluşturan ev sahipleri vardır. Normal kan yapacak kök hücrelerin yeniden faaliyetlerine başlayarak normal kan hücrelerini oluşturacak şekilde olgunlaşıp çoğalmaları yaklaşık üç haftalık bir zamanı gerektirir. Bu süre içinde hastaya gerekli olan olgun kan hücreleri (eritrositler ve trombo-sitler), dışarıdan (başka insanlardan bağış yoluyla sağlanan kanlardan) karşılanır. Beyaz kürelerin düşük olduğu dönemlerde meydana gelen enfeksiyonlarla başa çıkmak için etkili antibiyotikler ve çeşitli mantar, virüs ilaçları verilir. Tabii bu ilaçların da yan etkileri göz önüne alınarak hastaya uyacak en etkili kombinasyonlar uygulanır. Burada her hastaya uygun tedavi rejimleri hastalığın ve hastanın özellikleri göz önüne alınarak seçilir. Yani tedavide konfeksiyon işi yoktur. Her hasta için tedavi -belli kurallara uyularak- ayrı planlanır. Amaç hastayı yeni kan hücreleri ortaya çıkana karşı yaşamda tutmaktır.
|
|
||||
Bir kanser türü olan kronik lenfositik lösemili bir
hastaya ait kan hücrelerinin, taramalı elektron
mikroskop görüntüsü. Hastalığın sonucu olarak,
anormal beyaz kan hücrelerinin (lenfositlerin -
burada beyaz renkli olan) dolaşımdaki düzeyi artar
ve kırmızı kan hücreleri (kırmızı) de dahil olmak
üzere, diğer kan bileşenlerinin düzeyi düşer.
Lösemi hücrelerinin tedaviye verdikleri yanıt farklı olabilir. Bazen tedavi lösemi hücrelerini tümüyle öldürürken, bazen bu hücreler tedaviye kısmen dirençli çıkar, bazen de tümüyle dirençli olup tedavi tümüyle etkisiz kalabilir. Bu durum biraz da lösemi hücrelerinin kendilerini ilaçlara
|
||||||
Durum çok ümitsiz midir? Yapılacak bir şey yok mudur? Kötülüğe (hastalığa) teslim mi olalım? HAYIR
Kemik iliğindeki hücresel bozulma, bu normalden sapmış hücrelerle savaşarak giderilmeye çalışılır. Madem anormal bir klon etrafı sarmış, idareyi ele geçirmiştir, onları yok etmek için sa-vaşılmalıdır. Bu anormal hücreler (kanser hücreleri), sağlam normal kan hücrelerini üretme yete-neğindeki kök hücreleri haydutlukla susturup normal fonksiyonlarını yapmasını engellerler. Bu durumda normal kök hücreler faaliyetlerine ara verip yer altına çekilirler. Tedavinin esası, anormal klonu (kanser hücreleri topluluğunu) ortadan kaldırarak normal kök hücrelerin faaliyetlerine tekrar başlaması için zemin hazırlamaktır. Anormal hücreler ölünce artık kendisini rahatsız edecek kötü etkilerden kurtulan normal kök hücreler yeniden normal kan hücrelerini yapmaya başlayacaktır. Sonunda bu bir savaştır. Bu savaşta silahlar hücre öldürücü ilaçlardır. Bu tür tedaviye kemoterapi denilir. Kemoterapi, kanser hücresine etkirken normal hücrelere de zarar verir. Yani ilaçları verdiğiniz zaman "git yalnızca kanser hücresini öldür, öbürlerine dokunma" deme imkanınız yoktur. Burada temel, kanser hücrelerinin kemoterapide kullanılan ilaçlara daha duyarlı olmasıdır. Böylece, belli dozlarda kullanılan ilaçların kanser hücresini öldürmesi, fakat normal hücreleri etkilese bile onları öldürmeden normal fonksiyonlarını yapabilir halde kalmalarını sağlaması hedeflenir. Bu da, ilaç dozlarını hassas biçimde ayarlamayı gerektirir. Öyle ki, ilaç kanser hücresini öldürecek kadar yüksek dozda, fakat normal hücreye zarar vermeyecek kadar düşük dozda olmalıdır. Bu hedefe ulaşmakta yalnızca bir ilacı kullanmak yerine değişik mekanizmalarla kanser hücrelerini değişik yerlerden vuran ilaç kombinasyonlarını kullanmak daha akılcı olmakta. Her şeye karşın, bu ilaçların tesiriyle sağlam hücreler de etkilenmekte, tedavi sırasında bulantı, kusmalar, (bazı ilaçların etkisiyle) cilt
|
||||||
|
||||||
Kronik lenfositik lösemili bir hastanın, bir filtre üzerindeki kan hücrelerinin taramalı elektron
mikroskop görüntüsü. Hastalığın sonucu olarak kan dolaşımındaki düzeyleri artan
beyaz kan hücreleri (lenfositler) mor renkte görülüyor.
|
||||||
|
||||||
BİLİM veTEKNİK 12 Ekim 2003
|
||||||
|
||||||
|
||||||
|
N BOZUKLUKLARIN TEDAVİSİ
|
|
||||
|
||||||
karşı koruma ve saldırganlık mekanizmalarının gelişmişliğiyle ilgilidir. Bu durumda tedavi başka ilaçlarla tekrarlanır. Tedavinin etkinliğinin değerlendirilmesi kemik iliğinin değerlendirilmesiyle yapılır.
Lösemi teşhis edildiğinde vücutta ortalama 1012 lösemi hücresi vardır. Bir başka deyişle kişi kendini lösemi hücreleri bu seviyeye kadar çoğalıp kan yapımını bozduğu zaman hasta hissetmeye başlar. Lösemiye karşı etkili tedaviler bu hücrelerin belli bir oranını öldürür. Diyelim ki bir tedavi %99,999 oranda etkiliyse bu durum her 100,000 hücreden birinin sağ kalması demektir. Buna göre başlangıçta 1012 olan lösemi hücresi sayısı 107 ye kadar düşer. Lösemi hücresi sayısının bu kadar düşmesi sonucunda normal kök hücreler yeniden canlanır. Normal kan yapılmaya başlar. Kemik iliği incelendiğinde bu kadar azalmış lösemi hücresi normal kan yapımının sürdüğü kemik iliğinde fark edilmeyebilir. Gerçi hücre işaretleme teknikleriyle bu hücrelerin tümüyle temizlenmediği tespit edilebilir. Ancak, ilk tedavilere çok iyi yanıt alınsa bile lösemi hücrelerinin tümüyle yok edilemediği bilinen bir gerçektir. Bu nedenle kemik iliğinde normal kan yapımı yeniden başlayıp, hasta kendini toparladıktan sonra fazla ara vermeden (çoğu kez farklı doz ve kombinasyonlarla) ilk tedaviye benzer ağır kemoterapiler tekrarlanır. Bu tedavilerin de sonucunda ilk tedavide oluşan sıkıntılar yaşanır. Burada amaç tümüyle temizlenememiş lösemi hücrelerinin tekrar çoğalmasına izin vermeden bunları sayıca azaltmaktır (mümkünse sıfıra getirmektir). Çünkü lösemi hücreleri de yaşamak için verilen ilaçlara ve tedavilere karşı koyacak mekanizmalar geliştirirler. Bu nedenle tedavi kürleri bu hücreleri aldatacak, dirençlerini kıracak kombinasyonlarla sürer. Lösemi hücrelerinin direnç mekanizmaları ve bunlara karşı gelme yolları bilim adamlarının üzerinde çok çalıştıkları konulardandır.
Lösemi tedavisi yukarıda anlatılan tekrarlamalarla 4-5 defa üst üste yapılabilir. Bazı lösemi türlerinde (akut lenfoblastik lösemiler) hastalığın huy olarak daha başlangıçta çevre dokulara (özellikle beyin, omurilik, testis ve yumurtalıklar) ya-yılabildiği bilindiği için bu bölgelere yönelik özel tedaviler yapılır. Bunun için bel kemiğinin arasından beyin omurilik sıvısı içine girerek kemotera-pi ilaçları verilebilir, ya da beyin ve omurilik bölgelerine ışın tedavisi (radyoterapi) uygulanabilir.
Bütün bu tedavilerle hastalık tümüyle iyileşebilir. Buna tam şifa denilir. Fakat bazen hastalığı tümüyle temizlemek mümkün olmayabilir. Az miktarda lösemik hücre her şeye karşın hayatta kalmayı başarmış olabilir (minimal rezidüel hastalık). Minimal rezidüel hastalığı tespit etmek için çeşitli moleküler metotlar kullanılmaktadır. Bu hücreler daha sonra yeniden çoğalarak hastalığın tekrarlamasına yol açabilirler (nüks = re-laps). Hastalığın nüksetmesiyle aynı belirtiler ortaya çıkar. Nüks olayı lösemi hücrelerinin tedaviye oldukça dirençli ve huysuz olduğunu gösterir.
|
|
|||||
Bağışlanmış kandan plazmanın ayrılması süreci. Kanın sıvı kısmı olan plazma, diğer bileşenlerden ayrıldıktan
sonra dondurularak saklanıyor. Plazmada besinler, tuz ve çeşitli proteinler yer alıyor. Bunlar, temelde
hastalık yapıcı mikroorganizmalara karşı savaşan antikorlar ve kan pıhtılaşmasında görev alan proteinler.
Plazma, hemofili ve başka kanama bozukluklarının tedavisinde kullanılıyor.
|
||||||
Bu durumda seçilecek tedavi yöntemleri değişik ilaçları daha yüksek dozlarda kullanmaktır. Bazı lösemi türlerinde (akut lenfoblastik lösemi) nüks'ten korunmak için rezidüel hastalığı devam-
|
lı baskı altında tutmak için idame tedavisi denilen tedaviler uygulanır. Bu tedavilerin süresi yaklaşık iki yıldır. Bazı lösemi türlerindeyse (akut myeloblastik lösemi) bu tür tedavilerin hastalığın nüksetmesini önlemediği, hastanın yaşam süresini uzatmadığı bulunmuştur. Bu nedenle bu tür lösemilerde idame tedavisi yapılmaz.
Her şey sağlam kan yapacak kök hücreleri korumak uğruna olmaktadır. Lösemi hücrelerini öldürürken normal kan yapacak kök hücreleri öldürmeden sağ tutmak uğruna ilaç dozları çok yüksek tutulmamaktadır. Aslında mesele yalnızca kan yapan kök hücreyi korumak değildir. Aynı zamanda kalp, akciğerler, karaciğer, barsak, sinir sistemi v.s gibi vücudun diğer organlarına da kalıcı hasar vermemek gerekir. Bu amaçla tedavide kullanılan doz belli bir sınıra kadardır. Bu dozda tedavi lösemi hücrelerini tümüyle temizlemekte yetersiz kalıyorsa, daha yüksek dozlar vermek gerekebilir. Bu durum, öncelikle kan yapan kök hücrelerin ölümü demektir. Kan yapan kök hücrelerin ölümüyse lösemi hücreleri temizlense bile kemik iliğinde yeni kan yapacak kök hücre olmadığı için kanın yapılamaması ve sonunda yaşamın son bulması demektir. Yani kaş yaparken göz çıkarılmış olur.
|
|||||
|
||||||
|
||||||
Ekim 2003 13 BİLİM ve TEKNİK
|
||||||
|
||||||
|
||||
|
||||
|
||||
Nakil için kullanılacak kök hücre, hastanın kendisine ya da bir başka sağlıklı insana ait olabilir. Hastanın kendi kök hücreleri kullanılacaksa; Sağlam kök hücreler vücut dışında toplanır, özel metotlarla dondurularak saklanır, çok ağır tedaviler verildikten sonra tekrar hastaya geri verilir. Böylece ağır tedaviler sonucu tümüyle ölen kök hücreler nedeniyle yeniden canlanma ümidi kalmamış kemik iliğine hastanın tedaviden etkilenmemiş, dışarıda dondurularak saklanmış kök hücreleri tekrar (deyim yerindeyse) ekilir. Bu kök hücreler, kemik iliğinde tekrar yerleşerek normal kan yapımını başlatırlar. Buna hastanın kendi kendisinden (otolog) kök hücre nakli denilir. Otolog kök hücre nakliyle lösemi hücrelerini eskisine oranla daha etkili biçimde yok etmek mümkündür. Ancak, hastanın kendi kök hücreleri saklanmak üzere toplanırken bunların arasına karışabilen lösemi hücrelerinin tekrar hastalık oluşmasına yol açması mümkündür. Bu nedenle toplanan kök hücrenin içindeki lösemi hücrelerini tanıyarak bunları ayıklama metotları geliştirilmiştir. Genellikle moleküler metotlar kullanılarak yapılan bu ayıklama işleminin kök hücreye zarar verme ihtimali de yüksektir.
Daha iyisi kemik iliğini tekrar canlandırmak için hastanın kendi kök hüc-
|
relerini kullanmamaktır. Yani kemik iliği bir tar-laysa bu tarlaya kendi malımız olan yerli tohum değil de ithal malı, yabancı tohum ekmektir. Bunun için tohumun tarlanın şartlarına uyması gerekir. Bunu anlamak için de çeşitli testler yapılabilir. Bu durum insan vücudunda doku uyumu denen dokular arası benzerliklerin sağlanabil-mesiyle mümkündür. Doku uyumunu sağlayan
|
şey (eritrositler hariç) her hücrenin yüzeyinde bulunan yapılardır. Bu yapılar bağışıklık sisteminin vücuda ait hücreleri yabancı hücrelerden ayırt edebilmesini sağlar. Bu yapılarda en ufak farklar bile bağışıklık sisteminin hücreleri tarafından (lenfositler) yabancı hücrenin tanınması ve reddedilerek vücuttan atılmasına yol açar. Doku uyum antijenleri (Majör Histocompatibility Antigens) olarak bilinen bu yapılar insanda 6. kromozomun üzerinde bulunan genler tarafından belirlenir. İnsanda her kromozomdan iki tane vardır. Bunların birisi anneden, birisi babadan gelir. Bu durumda kardeşler arasında anne ve babalarından aynı kromozomu almış olanların doku uyumları da tam olacaktır. Bunun gerçekleşme olasılığıy-sa %25 tir. Bu olasılık rasgeledir. Tek kardeşi olup da doku uyumu tam olan kardeşler olabildiği gibi birçok kardeşi olup da hiçbiri arasında doku uyumu olmayan kardeşler de vardır. Doku uyum antijenlerini laboratuvarda belirlemek ve tanımlamak mümkündür. Bu şekilde doku uyum antijenleri birbiriyle tümüyle uyumlu insanlar arasında kök hücre nakli yapmak mümkündür. Bu durumda bir lösemi hastasında normal kan yapımını sağlayacak kök hücreleri bile öldürecek bir kemoterapi (bazen buna radyoterapi de eklenir) üzerine doku grubu
|
||
|
||||
BlLIM ve TEKNIK 14 Ekim 2003
|
||||
|
||||
|
||||
|
||||
|
|||||
|
HÜCRE NAKLİ
|
||||
|
|||||
tam uyumlu bir insanın kök hücreleri verilerek kemik iliğinde yeniden kan yapımını sağlamak mümkündür. Buna allo-geneik kök hücre nakli denilir. Bu tür kan yapan kök hücre nakilleri -bu kök hücreler aynı zamanda bağışıklık sisteminin de kök hücreleri olduğundan- bir yerde yalnızca kan yapan hücrelerin değil, aynı zamanda bağışıklık sisteminin hücrelerinin (lenfositlerin) de nakledil-mesidir. Bu nakil işlemi başarıyla sonla-nırsa, hasta (alıcı) tüm dokularıyla kendisiyken kan dokusu ve bağışıklık sistemi verici kaynaklı olacaktır. Buna Chi-mera (kimera) denilir. Chimera grek mitolojisinde başı aslan, gövdesi keçi, kuyruğu ejderha kuyruğu olan canavarın adıdır.
Ancak, doku uyumu tam olsa bile, nakledilen kök hücreler ve ondan kaynaklanan (vericiye ait) hücrelerle bu hücrelerin nakledildiği hastanın (alıcı) doku antijenleri arasında ufak yapı farklılıkları olabilir. Bu yapısal farklar alıcının bağışıklık sistemini oluşturan lenfositlerin nakledilen kök hücreleri yabancı tanımasına ve reddetmesine yol açabilir. Bu durum, nakledilen kök hücrelerin alıcıda tutunamaması ve dolayısıyla yeni kan yapımını başlatamaması demektir ki kendi kök hücreleri de ağır tedavilerle yok olmuş hastada böyle bir durum felaket demektir. Bu nedenle hastanın kendisine başka bir insandan (çoğunlukla kardeşinden) nakledilen kök hücreleri her ne olursa olsun reddedememesi için hastanın bağışıklık sistemini tümüyle çökertmek ve yok etmek için hazırlayıcı tedaviler yapılır. Artık doku grupları arasındaki ufak tefek farklar hasta tarafından algılanamayacak ve verilen başka bir insana ait kök hücreler hastada yerleşerek verici insanın özelliklerini taşıyan kan hücreleri üretilecektir. Bu arada -alıcının bağışıklık sistemi yok edildiği için- alıcı her türlü mikroplara ve bunların yarattığı enfeksiyonlara açık olacaktır. Bu durum, vericinin kök hücreleri vericinin özelliklerini taşıyan bağışıklık sistemini yeniden inşa edene kadar sürecektir. Vericiye ait kök hücrelerden yeniden yapılan bağışıklık sisteminin alıcıya alışması ve tam bir işlevsellik kazanması, yaklaşık bir senelik bir zamanı gerektirir. Bu arada hastayı çeşitli mikroplara karşı korumak için etkili tedaviler yapılır. Ancak madalyonun bir de ters yüzü vardır. Kök hücre nakilleri yapılırken kök hücrelerle birlikte hastaya verilen vericiye ait lenfositlerin ya da vericinin kök hücreleri tarafından yapılan lenfositlerin hastayı (alıcıyı) yabancı tanıması sonucu bu hücreler hastanın dokularını tahrip etmek üzere ona saldıracaktır. Buna yamanın (graft) ev sahibine (host) karşı yarattığı hastalık anlamına Graft versus Host Hastalığı denir. Yani deyim yerindeyse bu durum dağdan gelenin bağ-dakini kovmasıdır. Bu hastalık şiddetliyse hastanın ölümüyle sonuçlanabilir. Onun için bu hastalığı kontrol altında tutabilmek için vericiye ait
|
bağışıklık sistemi hücrelerini (lenfositleri) baskılayacak tedaviler (immüno-süpresif tedaviler) yapılır. Aslında her musibetten bir de hayır doğar. Vericiye ait lenfositler alıcıya ait dokulara saldırırken alıcıda her şeye karşın yaşamını öyle ya da böyle devam ettiren ve ileride hastalığın nüks etmesine yol açacak kanser hücrelerini de yabancı tanıyarak onlara da saldırır. Çünkü alıcıdaki kanser hücreleri de vericinin yabancı tanıdığı alıcıya ait doku grubu antijenleri taşımaktadır. Bu durum graft versus lösemi (ya da kanser) olarak bilinir. Graft versus lösemi, kanserle yalnızca ilaç vererek değil fakat bağışıklık sisteminin hücrelerini de savaş alanına sürerek savaşmamızı sağlar. Bu nedenle başarılı bir al-logeneik kök hücre nakli sonrasında nüks olayı son derece azdır. Graft versus Host hastalığı başlangıçta vericinin lenfositleri tarafından kendisine yabancı hissettiği alıcı dokularına karşı giriştiği hoyrat savaştır. Zaman içinde verici lenfositleri alıcı dokularını tanıyarak onlara bu kadar hoyrat davranmayacak, hatta bir süre sonra alıcı dokularını kendinden saymaya başlayacaktır. Buna bağışıklık sisteminin toleransı (immünolojik tolerans) denir.
Allogeneik kök hücre nakli lösemiyle savaşta en radikal tedavi biçimi olarak görülse bile, hastayı en çok yıpratan çok ağır bir tedavi biçimidir. Bu nedenle bu tür tedavilerin yapılacağı hastaların bu tedaviyi kaldıracak kadar genç ve dayanıklı olması beklenir. Son zamanlarda daha hafif tedavi yöntemleriyle aynı sonucu almayı, graft versus host hastalığıyla daha etkili biçimde başa çıkabilmeyi, graft versus lösemi etkisini ön plana çıkarabilmeyi, doku grubu tam uyumlu kardeşi olmayanlar için toplumda hastayla aynı doku grubundan ve kök hücresini verebilecek gönüllüler bulmayı (kök hücre bankaları) sağlayacak yöntemler üzerinde çalışılmakta.
Yukarıda lösemi için anlatılanlar, kemik iliğinde kan yapımıyla ilgili diğer hastalıklar için
|
de geçerli sayılamaz. Her hastalığın tedavisi kendine özgüdür. Tedavide temel ilke, hastalığı değil hastayı iyi etmektir. Öyle hastalıklar vardır ki ilerlemeleri çok yavaştır, hastaya verdikleri rahatsızlık çok azdır, buna karşılık tedaviye dirençleri çok fazladır (kronik lenfositik lösemiler, bazı düşük dereceli lenfomalar, bazı myelodisplastik sendromlar, bazı myeloproliferatif hastalıklar). Bunların bazıları tesadüfen ortaya çıkabilir. Bu durumlarda hastalığı mutlaka yok edeceğim diye saldırgan tedavilerin içine girmek hastaya faydadan çok zarar verir. Bu kişilerde tedavi kararı ve tedavinin ne olacağı kişinin yaşına, fizik gücüne, diğer organlarının sağlığına, ayrıca başka hastalıklarının olup olmamasına göre değişir. Bütün bu kriterlere göre verilecek tedavilerin sağlayacağı fayda kadar bu tedaviler dolayısıyla hastanın göreceği zararlar da değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme her hasta ve hastalık bazında yapılmalıdır. Ancak bu hastalıklar huy olarak her zaman yavaş seyirli olmayabilir. Bir gün huy değiştirerek daha saldırgan, çabuk ilerleyen şekillere dönebilir. Bu nedenle yavaş seyirli, nispeten iyi huylu gibi görünen hastalıkları sürekli gözlem altında tutmak hem klinik muayenelerle, hem de laboratuvar tetkikleriyle hastalığın hangi aşamada olduğu takip edilmelidir. Burada amaç, işlerin kötüye gideceğine dair belirtiler görülür görülmez hastalığın hastayı fiziksel olarak düşkünleştirmesi-ne izin vermeden ileri tedavilere başlamaktır. Bunun için hastanın kendini kötü hissetmesini beklemeden düzenli aralarla hastayı değerlendirmek gerekir.
Bazı hastalıklarda durum acil müdahaleyi gerektirir. Örneğin lösemiler, bazı lenfoma çeşitleri, bazı myeloma çeşitleri, aplastik anemiler bu grup hastalıklardandır. Hastalığın belirtilerinin ortaya çıkması, doktorun tanıyı koyması ve tedaviye başlanması çok hızlı yapılmalıdır. Bu arada geçen zaman bile hastanın aleyhine işler ve durumu tedavisi zor bir konuma getirir. Bu tür hastalıklara tanı konulması bile zor olabilir. Bu nedenle doğrusu kan hastalıklarıyla ilgili konularda bir kan hastalıkları uzmanına (hematolog) görünmektir.
Hastalıkların ilk aşamada yapılacak tedavileri aşağı yukarı bilinir. Onun için ilk tedaviler derhal yapılabilir. Ancak burada önemli olan hastalığın yaygınlığı, hücresel özellikleri, hastalığı yapan genetik bozuklukların (kromozomlarda oluşan değişiklikler) işin başında saptanması çok önemlidir. Bu ilk değerlendirmeler hastalığın tedavisinde ileriki aşamalarda neler yapılması gerektiği ve hastalığın ne kadar saldırgan olduğu konusunda bize bilgi verir. Bu nedenle de hastaların ilk değerlendirmelerinin bir hematolog tarafından yapılması önemlidir.
|
|||
|
|||||
Ekim 2003 15 BİLİM ve TEKNİK
|
|||||
|
|||||