EN BÜYÜK SİLAHIMIZ
ig-1.jpg
ULER
Yaşam bazen bize çok zor gelir. Birçok şeyle başa çıkamayacağımızı düşünür, kaygılanırız. Ama gerçekte, hepimiz hayatta kalmamızı sağlayan birtakım gizli donanımlara sahibiz. Bu silahları­mızın her zaman açıkça farkında olmasak da, onlar bizi tehlikelerden korur, sağlıklı ve zinde kalmamızı sağlar, yaşama daha sıkı sarılmamıza yardımcı olurlar. Üstelik bunlar bize atalarımız­dan yadigâr ve bu silahlarımızı çocuklarımıza miras bırakabiliriz.
ig-2.jpg
Daha Önce hiç zehirli bir örümcek ya da yılan tarafından sokulmadığımız hal­de, bu hayvanları camın arkasından bi­le görmek bizi korkutur. Böyle bir kor­kuyu ya da acıyı daha önce yaşamış ol­masak da, beynimiz bize bu hayvanların tehlikeli olduğu uyarısında bulunur. Pe-ki, bir ev köpeğinin sokakta koşan biri-
BİLİMveTEKNİK 58 Aralık 2004
ni gördüğünde onun peşinden koşması­nın anlamı nedir? Köpek yaşamı boyun­ca hiç avlanmadığı halde, koşmakta ola­nın kendisinden kaçan av, kendisinin de avcı olduğunu zanneder. Bütün bun­lar, aslında atalarımızdan bize miras ka­lan içgüdülerdir. Atalarımızın hayatta kalmayı borçlu oldukları bu içgüdüler,
bizlere de miras kaldı ve hâlâ en güçlü silahlarımız olmayı sürdürüyorlar.
içgüdü, böceklerden insanlara kadar, hayvanların dış uyaranlar karşısında bi­linçten bağımsız olarak gösterdikleri, önceden belirlenmiş tepki ya da yanıt olarak tanımlanıyor. Üreme, kaçma ya da rekabet gibi içgüdülerin hepsi temel-
de yararlılık ilkesine dayanır ve karar verme ya da davranış sürecinde belirle­yici etkiye sahiptir. Bu içgüdüler, hay­vanların yaşadıkları çevreye ve koşulla­ra uyum sağlama ve hayatta kalma çaba­larının sonucunda ortaya çıkmıştır. Bun­lara sahip olan ya da bunlardan yararla­nanlar hayatta kalmayı başarabildikle-rinden, bu özellikleri kendilerinden son­ra dünyaya gelen torunlarına da aktarıl­mıştır. Bu mirasçılar da, öğrenme ya da bilince gerek kalmadan, bu içgüdüleri gerekli durumlarda kullanırlar.
Birçok hayvan doğduktan yalnızca birkaç saat sonra kendi kendine beslen­meyi başarmakla kalmaz, ayağa kalkıp yürüyebilir de. Bizim bebeklerden de aynı çabukluğu beklemek faydasız el­bette. Ama, diğer tüm bebekler gibi İn­san yavruları da, doğdukları andan İti­baren güçlü bir silaha sahiptirler: Ağla­mak! Bir bebeğin yaşam savaşında sa­hip olduğu en önemli silah, bazen şaşır­tıcı derecede güçlü olan ağlamasıdır. "Aman canım, bir bebeğin ne kadar güçlü bir silahı olabilir ki?" demeyin; 97 db'e kadar çıkabilen bu çığlığın şiddeti, yer matkabından çıkan gürültüye eşit! Her ağlamanın şiddeti bu kadar yüksek değil elbette. Bebekler ağladığında çı­kan sesin yüksekliği, bebeğin hangi hızla yardım İstediğine göre değişir. Be­bek, ağlama ne kadar yüksek perdeden ve içliyse, yardımın da o kadar çabuk yetişeceğini bilir. Bu basit taktiği çok kı­sa sürede keşfeden bebekler İlgi, şefkat, yiyecek ve daha birçok gereksinimlerini karşılatmakta bu yöntemi kullanmak­tan asla çekinmezler.
Yemeden Olmaz!
Yiyecek olmadan yaşayamayız. Üste­lik yeme zevki, hayattaki en büyük zevklerden biri. Ama, nedense bazen ipin ucunu biraz kaçırırız. Acaba yeme içgüdümüz neden hep yağlı ve sağlıksız yiyeceklere . bayıldığımızı açıklayabilir mi? Uzmanlara göre, tıpkı diğer tüm iç­güdülerimiz gibi, iştahımız da milyon­larca yıl önce şekillenmiş. O zamanlar yaşam, şimdi birçoğumuz için olduğun­dan çok daha güçtü. Yiyecek bulmanın çok zor olduğu o dönemlerde yağlı şey­ler yiyerek yağ depolamak, açlığa karşı girilen savaşımda en önemli araçlardan biriydi. Bir kurama göre, bunun nedeni buzul çağındaki yiyicek azalmasıdır. Yüksek kalorili ve yağ açısından zengin
ig-3.jpg
kaçarız. Kimi zaman korktuğumuz şey­le daha önce hiç karşılaşmamış ya da öyle bir korkuyu daha önce hiç deneyimlememişizdir. Ama uzmanlar bu içgüdünün de, bu tür korkuları da­ha önceden yaşamış olan atalarımızdan bize miras kaldığını söylüyorlar. Ne var ki, aramızdan bazıları "hem korkarım, hem yaparım!" düşüncesini benimser. Her yıl İspanya'nın Pamplona kentinde yapılan festivalde insanlar boğaların önünde arenaya kadar koşarlar. Bir başka deyişle, kendilerini boğalara ko­valatırlar. Elbette alınan geniş güvenlik önlemlerinin bu eğlencenin her yıl tek­rarlanabilmesinde payı büyük. Ama bu­na karşın, yine de boğaların önünde ko­şan insanlar gerçekten korkuyu tüm be­denlerinde hissettiklerini söylüyorlar. Bu insanların hepsi bir bakıma, hayatta kalma İçgüdülerini bu festivalde sınıyor­lar. Korku sayesinde vücudumuz, bilin­cimizden önce tepki verebiliyor. Vücu­da yayılan adrenalin, bizi kaçmaya ya da savaşmaya hazırlıyor. Bir petrol kuyusunda çıkan yangında Andy Mochan alevlerin ortasında kalmış. Yanmak ya da 46 m yüksekten kendisini dalgara atmak arasında kalan Mochan, denize atlamayı seçmiş. Bir başka deyişle, yaşamıyla ilgili bir kumar oynamış ve kazanmış. Milyonlar­ca yıl önce atalarımız, vahşi hayvanlar­dan gelen tehlikelerle başa çıkmak ya da bilinmeyen topraklara göç etmek gi­bi kendileri için riskli olabilecek seçim­ler yapmışlar. Risk aldığımızda, kazan­mak kadar kaybetme olasılığı da bizi bekler. Ancak, bizler bu riski göze almış ve genlerini bugünlere aktarmayı başa­rabilmiş ataların torunlarıyız. Belki de bu, bilinmeyeni keşfetmeye ya da tehli­keli doğa sporlarına duyduğumuz karşı koyulmaz ilginin de altında yatan ne­den olabilir.
Her Şey
Gen Aktarımı İçin
Üreme, sahip olduğumuz en güçlü içgüdülerden biri; gelecek kuşakların var olması için yaşamsal önemi var. An­cak, kadınlarla erkeklerin bu içgüdü doğrultusunda sergiledikleri davranış­lar farklılık gösterir. Londra Üniversite­si yerleşkesinde yapılan deneyler, ka­dınların cinselliğe erkeklere oranla çok daha sakınımlı yaklaştıklarını ve eş ko-
yiyeceklerle beslenmeyi İsteyen ataları­mız bu genlerini sonraki kuşaklara ak­tardılar. Milyonlarca yıl içindeyse, yük­sek kalorili beslenme isteği, dereceli olarak içgüdüsel bir davranışa dönüştü. Ancak, yemek konusunda da tümüyle savunmasız değiliz; yiyeceklere karşı duyduğumuz isteğin karmaşık bir yanı var. İçgüdüsel olarak hangi yiyeceklerin bizim için güvenli olduğunu, hangileri­nin tehlikeli olduğunu çoğunlukla bili­yoruz.
Dilimizin üstünde 5000 civarında tat alma kabarcığı bulunuyor. Bunlar saye­sinde, yememizde bir sakınca olmayan ya da tükürmemiz gereken şeyleri ayırt edebiliyoruz. Üstelik, bize zarar vere­cek ya da hasta olmamıza neden olacak şeylere karşı içgüdüsel tepkiler verme özelliğine de sahibiz. Bunun en belirgin Örneği, İğrenme hissi. Londra Sağlık ve Tropikal Tıp Okulu'ndan Valerie Curtis yaptığı deneyler sonucunda, iğrenme hissimizin binlerce kuşaktır hayatta kal­mamıza yardımcı olduğunu saptamış. Deneylerde, bize zarar verebileceğini düşündüğümüz ya da hissettiğimiz şey­lerden İğrendiğimiz ve onları yemekten kaçındığımız gözlenmiş.
Korkuyorum Öyleyse Kaçmalıyım
Hayatta kalmamıza en çok yardımı dokunan içgüdü belki de korkudur. Korktuğumuz İçin tehlikeli olabilecek şeylerden uzak durur ya da onlardan
Arılık 2004 59 BİLİM ve TEKNİK
nusunda çok daha seçici davrandıkları­nı gösteriyor. Uzmanlar, bunun evrim­sel bir açıklaması olduğunu söylüyor­lar. Kadınlar döllenmek üzere ayda yal­nızca bir yumurtalarını serbest bıraka­bilirler. Bu yumurta döllenirse, kadın dokuz ay boyunca bebek taşımak üzere hamile kalır. Bu, kadınlar için büyük bir yatırımdır. Buna karşılık, bir erkek harcayabileceği milyonlarca sperme sa­hiptir ve aynı dokuz ay içinde yüzlerce bebeğin babası olabilir. Bu nedenle, ka­dınlar erkeklere göre, birlikte olacakla­rı kişiyi seçerken çok daha ince eleyip sık dokurlar. Çocuklarının babası, hem iyi genlere sahip olmalı, hem de ileride genlerini verdikleri çocuklarının sağlık­lı bir yaşam sürmelerini sağlayacak kay­naklara sahip olmalıdır.
Kazanmak mı? Kaybetmek mi?
Kazanmaya yakın olduğumuz zamanlarda be­yinle vücut, zafer duygusunun hazzını yaşamak için ortaklaşa çalışır. Kazanacağımızı hissettiği­miz andan itibaren meseleye daha fazla odakla­nırız, reflekslerimiz hızlanır ve kendimize olan güvenimiz artar. Zafer kesinleştiğindeyse, dopa-min salımı artar ve beyinde tatmin hissini oluşturan bölgeler uyarılır. Bu iyi hissetme dina­miği başladıktan sonraysa, vücudumuza yayılan endorfin sayesinde yarışın ya da savaşın tüm yor­gunluğunu atarız. Endorfinin yarattığı bir başka etki de, ağrıyı kesip beyne ve sinir hücrelerine uyarı gitmesini engellemektir. Örneğin, yarışı ka­zanan sporcu sakatlanmış olsa bile o anda bunu hissetmeyebilir. Rekabet sırasında bize güç ve­ren adrenalin ve testosteron, kazandıktan sonra iyileşmeyi hızlandırıcı bir rol üstlenirler. Kazan­manın tadına bir kere eriştikten sonra, artık ka­zanmak için savaşmak ya da yarışmak bizim için vazgeçilmez bir davranış biçimi haline gelir.
Kaybetmekse, kazanmaya oranla daha kalıcı hisler bırakır. Bir yarışta kaybetmeye başladığı­mız anda kendimizi iyi hissettiren Ödül mekaniz-
Peki, hangi insanın bi­zim için doğru eş olduğu­nu nasıl anlarız? Aslında eş seçme konusunda ka­dınlar için de, erkekler için de bazı işaretler ipucu oluştururlar. Bunların ba­şında vücut şekli gelir. Ka­dınlarda ince bel ve geniş kalçalar doğurganlık işa­reti sayıldığı için, bu özel­liklere sahip kadınlar er­kekler tarafından daha çe­kici bulunur. Erkeklerdey-se, geniş omuzlar ve İnce bel fiziksel güç ve sağlam bağışıklık sis­temi anlamına geliyor. Ama, birçoğu­muz eş seçiminde bu kadar açık göster­gelerden yola çıkmıyoruz; bizim bile farkında olmadığımız çok daha İncelikli yöntemlerle potansiyel eşimizi buluyo­ruz. Eş olarak seçmeyi düşündüğümüz kişinin kokusu bunların başında, geli­yor. Newcastle Üniversitesi'nden Craig Roberts'ın yaptığı deneyde, erkeklerin kokularını en çok beğendikleri kadınla­rın, kendilerininkinden tümüyle farklı bağışıklık sistemine sahip oldukları or­taya çıkmış. Bu sonuç evrimsel açıdan çok önemli. Farklı bağışıklık sistemine sahip anne babaların çocukları, farklı hastalıklarla savaşımda büyük bir şansa sahip olurlar.
Bir başka araştırmadaysa, kadınların
malarımız kapanır, dopamin ve endorfin tüketil­meye başlar ve bu girdaba girdiğimizde kaybet­mek neredeyse kesinleşir. Kaslarımız sertleşir, stres hormonu salgılamaya ve kaygı duymaya başlarız. Ayrıca kaybetmenin etkisiyle, temel fonksiyonlar dışında vücudumuz tepkisizleşir. Vücudun bunu yapmasındaki amaç, beyni koru­maktır. Kalp atışlarımız yavaşlar, kan organları­mızı terk eder. Her kaybedişte beyindeki hipo-kampus uyarılır ve bu yenilginin yaşadığımız sü­rece unutulmaması sağlanır. Bu sayede aynı ha­tayı yapmamız içgüdüsel olarak önlenmeye çalı­şılır.
ig-4.jpg
kendilerine gösterilen fotoğraflardaki en çekici erkeği seçmeleri istenmiş. Yu­murtlama dönemindeki kadınlara daha erkeksi yüzlere sahip olanlar çekici ge­lirken, yumurtlama döneminde olma­yanlara yumuşak hatlı yüzlere sahip er­kekler çekici gelmiş. Kadınlar üretken oldukları bu dönemlerde, sağlık ve güç göstergesi olarak kabul edilen kalın bo­yun ve geniş çeneli erkeklere İlgi gös­termiş.
Peki bu kadar sıkıntıya girip, doğru eşi seçip ondan bebek yapmak isteyen bir kadın eşini neden aldatır? Erkekler her zaman üremeye uygun durumdayken, kadınların yumurtlama dönemleri kısıtlı­dır. Doğurgan olduklarını belli ettikleri bu dönemde kadınlar, eşlerinden başka erkeklerle de birlikte olma ve onlardan hamile kalma fırsatı yakalarlar. Yapılan araştırmaların hemen hepsinde, kadınla­rın eşlerini genellikle bu dönemde aldat­tıkları ortaya çıkıyor. Bilimadamları, bu dönemde kadınların başka erkeklerle bir­likte olmalarının nedenini, daha iyi gen peşinde koşma içgüdüsüne bağlıyorlar. Bebeği dokuz ay boyunca karnında taşı­yıp doğuran kadın, bebeğin kendi çocu­ğu olduğundan emindir. Oysa erkekler için aynı garanti söz konusu değil. Bu ne­denle erkekler, eşleri tarafında aldatılma olasılığına karşı bazı savunma mekaniz­maları geliştirmişler. Kıskançlık elbette bu mekanizmalardan biri ama, erkekler genlerini garantiye almak için daha fazla bebek yapmanın daha doğru bir strateji olduğuna milyonlarca yıl önce karar ver­mişler. Çok sadık dişilerden oluşan ha­remlere sahip erkek goriller, bebeklerin kendilerinden olduğundan emindir. Bu nedenle, bebek yapmak İçin sürekli ha­zır spermlere gereksinimleri yoktur. Bu nedenle, erkek gorillerin testisleri küçük­tür. Oysa, dişileri pek de sadık olmayan şempanzelerde durum hiç de öyle değil. İçlerini kemiren kuşku nedeniyle, erkek şempanzeler çok sayıda dişiyle birlikte olup onlardan kendi genlerini taşıyan be­bekler yapmak isterler. Bu nedenle de büyük testislere sahiptirler. İnsanlarda testis büyüklüğüyse, ikisinin ortasında yer alır.
Rekabet
Ne kazandığımızın ya da neyi kay­bettiğimizin çok da önemi yoktur. Hepi­miz kazanınca sevinir, kaybedince üzü­lürüz. Kazandığımız zaman, kendimizi
ig-5.jpg
öyle iyi hissederiz ki, bu nedenle "ka­zanma bağımlısı" olduğumuz bile söyle­nebilir; ah, bir de kaybedince kendimizi bu kadar kötü hissetmesek! Atalarımız için koşullarla savaşım, yaşamlarını sür­dürmek ve çocuk sahibi olabilmek için çok önemliydi. Bu savaşta başarılı olan­lar yalnızca yaşamlarını sürdürmekle kalmaz, aynı zamanda kazanma tutku­sunu da çocuklarına aktarırlardı. İşte bizler o savaşçıların torunlarıyız. Ku­şaklar boyunca aktarılan bu İçgüdü sa­yesinde, vücudumuz bir şey kazandığı­mızda ofori (kendini aşırı derecede zin­de hissetme) hissetmemizi sağlayacak biçimde evrim geçirdi.
Rekabet içgüdüsü çok küçük yaşlar­da kendini göstermeye başlar. Anne ba­bamızın dikkatini ve ilgisini kendi üstü­müze çekebilmek için, kardeşlerimizle bir rekabete gireriz. Uzmanlar, küçük kardeşlerin genellikle büyük kardeşlere göre çok daha mücadeleci olduğunu söylüyorlar. Ailenin en küçük bireyi, ai­lesinin dikkatini çekmek ya da istekleri­ni gerçekleştirmek için kas gücünü kul­lanma avantajına sahip değildir. Ancak, onda da aynı rekabet içgüdüsü bulun­duğundan, başka yöntemlere başvurur. Küçük kardeşler daha radikal tavırlı ve rekabetçidirler. Bunun tarihte birçok örneği bulunur. Kopernik, Descartes, Darwin, Jean d'Arc, Karl Marx bunlar­dan yalnızca birkaçı (Bkz: Bilim ve Tek­nik, Mart 1998, sayfa 88). Büyük kar-deşlerse. çoğu zaman daha uzlaşmacı bir tavır sergilerler; onlar oyunu kuralı­na göre oynamayı daha kolay kabulle­nirler. Uzmanlar, kardeşler arasındaki bu farklı stratejilerin yaşamlarının ileri aşamalarında da bu şekilde devam etti­ği görüşündeler.
Kazanmayı çok sevsek de, her za­man rekabet etmek için gerekli enerjiye ya da kaynaklara sahip olamayabiliriz. Bu nedenle, bazen yarışmaktan ya da rekabet etmekten çekinmek için kendi­mize göre birtakım sıralamalar benim­seriz. Genellikle arkadaşlarımızla ya da meslektaşlarımızla rekabet ederiz. Bu, gerçekçi bir biçimde kazanma şansımı­zın olduğu bir rekabet sayılabilir. An­cak, kendimizden çok üstün olduğunu düşündüğümüz kişilerle ya da kaybet­me olasılığımızın yüksek göründüğü durumlarda rekabetten kaçınırız. Reka­betten kaçmamız gerektiğini kimi za­man farkında olmadığımız İşaretlerle kendi kendimize söyleriz. Sert
görünümlü ve baskın bir yüze sahip bir rakip, genellikle rekabetten uzak durul­ması gereken biri anlamına gelir. Bir başka işaretse, rakibin kendine olan gü­venidir. Kendine güvenen bir tavır ser­gileyen rakiple rekabete girmekten ya da bu rekabette büyük riskler almaktan çekinirken, kendine güveninin zayıf ol­duğunu gözlemlediğimiz biriyle yarış­maktan çekinmeyiz. Kazanmanın verdi­ği büyük hazzın yanında, kaybettiğimiz­de yaşadığımız kötü hisler de aynı hata­yı bir daha yapmaktan bizi alıkoyar. An­cak, kimi zaman tek başımıza üstesin­den gelemeyeceğimiz durumlarda diğer insanlarla yardımlaşabilir ya da birlikte takım oluşturabiliriz. Ayrıca, yalnızca kendimiz yarışırken değil, ailemizden biri ya da bir arkadaşımız girdiği reka­bette başarılı olduğunda, hatta tuttuğu­muz takım galip geldiğinde de kazanma sevincini hissedebiliriz.
Hepimiz Birer Kahramanız
İçgüdüsel olarak yaptığımız bir baş­ka şeyse, başkasının yaşamını kurtar­mak için kendimizinkini tehlikeye at­mak. Yardımlaşmak ya da bir konuda güç birliği yapmanın ötesinde, bir baş­kası İçin kendini tehlikeye atmak açık­lanması güç bir davranış biçimi. Bunun en iyi örneklerini, annelerin çocukları İçin yaptıkları kahramanlıklar oluştu­rur. Kimi zaman bu içgüdü, yaşamda kalma içgüdüsünün bile Önüne geçebi­lir. Çocuğunun yaşamını kurtarmak
için kendisini vahşi bir hayvanın önüne atan ya da alevlerin arasına gözünü bi­le kırpmadan dalan annelerin öyküleri­ni biliyoruz. Çocuk sahibi olmak, genle­rimizi sonraki kuşaklara aktarmanın ga­rantisi. Genlerinin yarısını taşıyan ço­cuklarının yaşamı, anne baba için he­men hemen her şeyden değerlidir. Bu ilişki, elbette yalnızca anne baba ve ço­cuk arasında yok; gen paylaşım miktarı azalmakla birlikte, kardeşler ve diğer akrabalar arasında da benzer ilişki var. Ancak, paylaştığımız oran ne kadar yüksekse, kendimizi o kadar fazla tehli­keye atabiliyoruz. Her ne kadar farklı şeylermiş gibi görünse de, aslında hay­vanların yiyeceklerini paylaşmaları da bîr başkası için kendi yaşamlarını tehli­keye atmak anlamına gelebiliyor. Bu da­yanışma, aslında ileriye dönük bir yatı­rım olarak da nitelendirilebilir. Bugün sıkıntıda olana yardım etmek, yarın kendi başı sıkıştığında yardım isteme hakkı doğurabilir. Ancak, bu sistemin düzgün işleyebilmesi İçin o topluluğun üyelerinin birbirlerine güvenlerinin tam olması gerekiyor. Bu da, evrimin zaman içinde sunduklarından yalnızca biri. Eğer sistemde aksama olursa, bir daha hiç kimse bu gizli anlaşmaya uymaz ve en başa dönülür. İnsanlarda durum el­bette biraz daha karmaşık. Hemen he­men hiçbirimiz zor durumda ya da teh­likede olan birine yardımdan kaçınma­yız. Uzmanlar, bunun bîr nedenini de empati, yani kendimizi bir başkasının yerine koyabilme yeteneğimizin geliş­miş olmasına bağlıyorlar. Beynimizdeki ayna nöronlar, başkalarının hareketleri­ni ve duygularını taklit etmemize ve bu sayede onların durumunu anlamamıza yardımcı oluyor. Başkalarının duygula­rını yüz ifadelerinden anlayabiliriz ve dil sayesinde bunu kendimize anlatabi­liriz. Ancak, biz yalnızca içgüdülerimiz­le yaşamıyoruz. İnsan olmanın gereği olarak öğreniyoruz, ilişkilendiriyoruz ve seçiyoruz. Tüm bunları bir arada dü­şünürsek, doğal afet ya da kazalarda hiçbir akrabalık bağları bulunmayan in­sanları kurtarmak İçin kendi yaşamları­nı tehlikeye atanların kahramanlıklarını anlayabiliriz.
Elif Yılmaz
Kaynaklar
http://www.bbc.co.uk/sdence/homan body/tv/ hu man Instinct
http: //psychclassics.yo rk u. ca/ Rlvers/cha p6. h tm h tt p: //www .voting,. u ksc ientists. com /co nd it. h tm I
h ttp: / /www .wisdomworld.o rg / a dd it i o n al /L i stOf Coll ated Art icles/ Stu-dies dies-InstinctR
ig-6.jpg
Aralık 2004 61 Bİ LİM ve TEKNİK