haydi canım
SEN DE!..
|
||||||||||||||||
En basitinden en karmaşığına dek birçok buluş, gerçekleştirilinceye dek yalnızca olanaksız düşlerdi. En yüksek dağ, tırmanılmadan önce ulaşılamazdı; en uzak ülke oraya ayak basılmadan önce gidilemezdi. İnsanın içindeki azim ve başarma isteği, yapılamaz, gerçekleştirilemez denen şeylere meydan okuyor. Olmaz deneni olura döndürmek, insanlık için adeta bir içgüdü...
|
||||||||||||||||
Yapılamaz, gidilemez gibi sınırlamalar insanları bir anlamda tahrik ediyor. Yapılamazı yapma İsteği, olanaksıza boyun eğmeme, meydan okuma insanın doğasında var. Bu tür bir cesaret kuşkusuz bilimde "olmazsa olmaz" şeylerden biri ve bilim adamlarına İtici güç oluşturuyor. Karl Pop-per'in "cesaret gerektiren bilim"nite-
|
lemesi böyle bir anlam içeriyor. Popper olanaksızı deneyen bilim adamlarını şöyle tanımlıyor: "Bu kimseler cesur fikirlerin insanlarıdırlar, ama kendi görüşlerine karşı da çok eleştiricilerdir. Onlar fikirlerinin doğru olup olmadığını, önce yanılma olasılıklarını araştırarak anlamaya çalışırlar. Cesur tahminler yaparak ve ken-
|
di tahminlerini çürütme yolunda ciddi çabalar göstererek çalışırlar... Cesur fikirler yeni, cüretkar varsayımlar ve tahminlerdir. Varsayımları çürütmek için gösterilen çabalarsa ciddi eleştirel tartışmalar ve ciddi deneysel sınamalardır."
Popper'ın yolundan giderek onun da sorduğu bir soruya yanıt arayalım:
|
||||||||||||||
BİLİM VE TEKNİK
|
||||||||||||||||
Ağustos 2003
|
||||||||||||||||
Bir tahmin ne zaman cüretkardır, ne zaman değildir? Popper'ın bu soruya yanıtı tahminin "ancak büyük bir yanlış çıkma riskini göze alıyorsa" cüretkar olduğu yönünde. Bu bağlamda Kopernik ve Aristarkhos'un evrenin merkezinde Dünya'nın değil de Güneş'in bulunduğu yolundaki savını inanılmaz ölçüde cüretli bulur Popper. Sav ayrıca yanlıştır da. Günümüzde hiç kimse Güneş'in evrenin merkezinde (Aristarkhos ve Koper-nik'in öngördüğü anlamda) hareketsiz durduğunu kabul etmez. Ama bu, o savın cüretli ya da verimli olmasını etkilemez. Onun en önemli sonuçlarından biri, Dünya'nın evrenin merkezinde hareketsiz durmadığı ve hareketli olduğuydu.
Bir atasözü "talih cesurdan yanadır" der. Kolomb'un Hindistan'a ulaşmak için başladığı yolculuk, aslında böylesi bir cesarettir. Amerika'nın keşfi biraz rastlantısal gibi görünüyorsa da, bunu da Popper'in dediği gibi "cesaret gerektiren" bir iş olarak değerlendirebiliriz. Denizciler önlerinde uzanan ve geçilemez denilen maviliklere haftalarca cesaretle karşı koyabildikleri için, Kolomb onlara sürekli cesaret aşıladığı için yeni kıtaya ayak basmadılar mı? Benzer bir keşif Öyküsü de Portekizlilerin başardığı
|
tıyor: "Gerçeği söylemek gerekirse, bu ne korkaklıktan ne de kötü niyetten kaynaklanan bir şeydi. Bu tavır, bu konuya ilişkin yaygın ve çok eski bir söylenti yüzündendi. Bu söylenti İspanyol denizciler tarafından ortaya atılmış ve nesiller boyunca sürdürülmüştü. Bu kadar riske atılmış ve büyük İşler başarmış kişilerin hiçbirinin bu riske atılmayı göze alamadığını söyleyemeyiz.. Bu kişiler, sonuçta hiçbir başarı ve çıkar elde edemeyecekleri, bir işe yaramayacağını düşündükleri ve çok açık olarak gör
|
||||||||||||||||||||||||||||
dükleri tehlikeden çekinerek geri durmuşlardır. Denizcilere göre burnun ötesinde hiçbir canlı yaşamamaktaydı. Deniz öyle sığdı ki, kıyı bölgesi ancak bir kulaç derinliğin-deydi ve korkunç akıntılar vardı. Öyle ki, burnu geçen hiçbir gemi asla geri dönemezdi."
O sırada Sagres kentinde bulunan Portekizli Prens, Denizci Henrik, Bo-
|
|||||||||||||||||||||||||||||
jador Burnu'nu geçmeden ulaşmak istediği yerlere varamayacağını biliyordu. Bu bölgeye 15 keşif gezisi yapıldı. Keşif gezilerinden dönen herkes, kimselerin gitmediği bu yerlere neden gidilemediğini açıklamak için bir bahane uyduruyordu. Burası dünyanın sonu olmalı, diye düşünüyordu denizciler. 1433 yılında ünlü denizci Eanes'in
|
|||||||||||||||||||||||||||||
ve yine olanaksız denen bir yolculuk üstüne.
Afrika'nın ötesine geçip Hindistan'a ulaşabilmek İçin, Portekizli denizciler olanaksız denilen bir şeyi başarmak zorundalardı: Bojador Bur-nu'nu geçmek. Afrika'nın kuzey batı kıyılarında olan Bojador Burnu, Portekizli denizcilerin geçip de hayatta kaldıkları diğer burunlardan daha zorlu değildi. Ama bu bu burun onlar İçin bir tabuya dönüşmüştü. Buranın ötesine geçmeye cesaret edilemiyordu. Sonraki yıllarda Ümit Burnu ya da Boynuz Burnu gibi, aşılması çok daha güç burunlara kıyasla, Bojador Burnu'nun geçilemezliği üzerine düşünceleri anlamak zor. Ünlü denizci Gomes Eanes
|
Prens Henrik'e Bojador Burnu'nun geçilemez olduğunu söylemesi bile İşe yaramamıştı. Denizci Prens kararlıydı. Bir yıl sonra Prens, Eanes'e yüklüce bir ödül vaadederek onu Bojador Burnu'na yolladı. Eanes, burnun tehlikelerinden uzaklaşmak için yönünü önce batıya çevirdi ve okyanusun bilinmeyen sularında bir süre yol aldı. Yeniden güneye yöneldiğinde burnu ardında bırakmış olduğunu farketti. Afrika kıyılarına çıktığında buraların çok ıssız olduğunu, ama hiç de Dünya'nın sonu gibi olmadığını gördü. Gİl Eanes'in bu başarısı, olanaksız denen bir şeyi ger
|
||||||||||||||||||||||||||||
Zurara, gemilerin neden Bojador Burnu'nu geçmeye cesaret edemediklerini şöyle anla-
|
çekleştirmekten öte, Por-
|
||||||||||||||||||||||||||||
Haritalarda görülmesi bile zor olan Bojador Burnu yıllar boyunca Portekizli denizciler için geçilemez bir engel olarak düşünülmüştü.
|
tekizlilere güneye giden
|
||||||||||||||||||||||||||||
yollan da açmış oluyordu.
|
|||||||||||||||||||||||||||||
Ağustos 2003 89 B İ LİM ve T E KN İ K
|
|||||||||||||||||||||||||||||
sürdüler. ABD hava kuvvetlerinde bir pilot olan Chuck E. Yeager, çok başarılı bir deneme pilotuydu. 14 Ekim 1947'de karısının adını verdiği Glamorous Glennis adlı Bell XS-1 jet uçağıyla ses duvarını aşmayı başardı. Uçağını gökyüzüne taşıyan, bir B-29 bombardıman uçağıydı. Yeager bu denemeyi şöyle anlatıyor: "B-29 kullanan Bob Cardeas hazır olup olmadığımı sordu. 'Lanet olsun hazırım' dedim. 'Haydi bitirelim şu işi.'
6000 metrede X-1'i bıraktı, fakat dalış hızı yine çok yavaştı. X-1 de teklemeye başladı. Yaklaşık 1500 metre, elimde kumanda levyesi, uçakla savaştım; en sonunda burnunu aşağı alabildim. Hızlandığım anda dört roket bölmesini de art arda ateşledim. 0,88 Mach'a çıktık ve sarsılmaya başladık. Ben de dengeleyici düğmesini çevirip ayarı iki derece değiştirdim. Sarsıntı tamamen kesildi ve 11.000 metrede iki roket bölmesini kapadım. 12.000 metrede yakıtımın yüzde otuzu kalmıştı, bunun üzerine hemen üçüncü roket bölmesini açtım ve hemen 0,96 Mach'a ulaştım. Dikkat ettim, hızlandıkça sarsıntı daha da azalıyordu. Ansızın Mach İbresi inip çıkmaya başladı. 0,965 Mach'a kadar çıktı, göstergenin tam tepe noktasına vurdu. Hayal gördüğümü sandım. Sesten hızlı uçuyorduk. Ayrıca uçuş bir bebeğin poposu kadar pürüzsüz, sarsıntısızdı; büyükannem orada oturup limonatasını yudumlayabilirdi. Göstergedeki hızı yirmi saniye kadar tuttum, sonra hız kesmek için burnu
|
|||||||||||||||
Olanaksız denen olayları denemenin elbette bir bedeli var. Böylesi birçok denemenin sonu
Ölümle de bitebilir. Yine de, insanın içinde olanaksızı başarma isteği ölüme meydan okuyor. Bunun yanında, bazı hatalı kuramların insanlığın önünü kestiği de bir gerçek. Ünlü yazar Asimov bu konuda bir örnek veriyor: "Aptal, tembel kimyacılar asal gazların bi
|
kurdamaya başladı, ama artı elektrotta hiçbir şey olmadı. Düşünmeye koyuldu. Pozitif elektrot platin-iridyum kabın içine bir tıkaçtan geçerek sokuluyordu. Bu tıkaç yalıtkan olmalıydı, öyleyse platinden ya da başka bir metalden yapılamazdı; flor ise bu kabı yiyip bitirmişti. Moissian'a elektrik akımı geçirmeyen ve flordan etkilenmeyen bir şeyden yapılma bir tıkaç gerekiyordu.
|
||||||||||||||
leşimler oluşturamayacağını bir kere akıllarına koydular. Bu nedenle artık hiç kimse bu gazların bileşim oluşturabileceklerini araştırma zahmetine girmedi. Eğer bir şeyin yapılamayacağını herkes biliyorsa onu denemeye gerek var mıdır? Ama yine de, herhangi bir kimyacı ksenon ile floru nikel bir kapta bir kerecik karıştırma zahmetine girseydi... Ancak sıradan bir kimyacı, sıradan bir ksenonu bir parça flor İle karıştırsa ne olur, bilir misiniz? Büyük olasılıkla kötü bir zehirlenme ve ola ki ölüm."
Florun izole edilmesi uzun yıllar olanaksız olarak düşünüldü, ta ki Ferdinand Frederic Henri Moissian, bunu başarıncaya dek...
Moissian, kendisi de bir kimyacı olan öğretmeni Fremy'nin çalışmala-rından susuz hidrojen florürün elektrik akımı geçirmediğini çok iyi biliyordu. Akım geçmesini sağlamak için bir şey eklemek gerekiyordu; ancak bu, pozitif elektrotta yeni bir element ortaya çıkaracak bir şey olmamalıydı. Aklına başka bir florür kullanmak geldi. Moissian, potasyum hidrojen florürü, susuz hidrojen florürde eritti ve hem akım geçiren hem de pozitif elektrotta yalnız flor çıkaracak yeni bir karışım elde etti. Bundan başka, platin ve iridyum alaşımdan yapılmış malzeme kullandı. Bu alaşım flora karşı platinden daha dayanıklıydı. Son olarak da tüm aygıtlarını -50°C'ye soğuttu. Sıcaklık düştükçe bütün kimyasal tepkimeler yavaşlar. -50°C'de florun şiddeti bile yatışmalıy-dı. Moissian devreyi açtığında eski elektrotta hidrojen baloncukları fo-
|
Düşündü ki, kalsiyum florür minerali, taşıyabileceği bütün flora sahiptir, bu yüzden de flordan etki-lenmemelidir. Bunun üzerine kalsiyum florürden tıkaçlar yontarak deneyi tekrarladı. 6 Haziran 1886'da uzun zamandır olanaksızmış gibi görünen, birçok bilim adamının yapılamaz olduğuna inandığı bir şey gerçekleşti. Moissian pozitif elektrot etrafında sarı-yeşil bir gaz elde etmişti. Sonunda flor izole edilmişti.
Kimi zaman, yapılamaz denen şeyler insana bir meydan okuma gibi gelir. Bir zamanlar "uzmanlar" ses hızından, yani saatte 1078 kilometreden daha hızlı uçmanın ilkece olanaksız olduğunu düşünüyorlardı. Ses hızında ya da onu aşan bir hızda, rüzgarın gücünün hava aracını kontrol edilemez bîr duruma getireceğini ve parçalanmasına yol açacağını ileri
|
||||||||||||||
Chuck Yeager'ın ses duvarını ilk kez aşarken kullandığı Glamorous Glennis adlı Bell XS-1
|
|||||||||||||||
BİLİM ve TEKNİK 90
|
|||||||||||||||
di. Kişisel bilgisayarların yaygınlaşıp evlere gireceği, sıradan bir vatandaşın bilgisayar pazarından mal alacağı fikri onlara saçma gelmişti. Sıradan bir İnsanın bilgisayarla ne yapabileceğini düşünemiyorlardı. Bu nedenle ilk kişisel bilgisayarlar, elektronikle uğraşan Steven Wozniak ve Steven Jobs adlı İki genç tarafından 1970'le-rin sonlarına doğru tasarlandı. Apple-1 adlı bu bilgisayarı kısa süre sonra ünlü Macintoshlar İzledi. IBM şirketinin İlk kişisel bilgisayarlarıysa 1980'lerde piyasaya sürülecekti.
Gaf yapan tek firma IBM değil elbet. Ünlü otomobil üreticisi Ford'a, bir tasarımcı tarafından ilk minibüsü üretmesi teklif edildiğinde şirket bu teklifi reddetmekle kalmadı, adamı da işinden kovdu. Adam da Chrysler'e gitti ve bu firma da o güne dek hiçbir otomobil üreticisinin varolduğunu düşünmediği bir pazarı ele geçirmiş oldu. Minibüsün ticari geleceğini bilememek, para kaybettirse de hayati bir önem taşımaz. Bununla birlikte benzer hatalar Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın başlarında yapılmıştı.Tankların ve uçakların modern ordularda yeri olmadığını düşünen Fransız ordusu, savunma hatlarını çok güçlü ama hareket yeteneği oldukça sınırlı dev toplarla kurmuştu. Uçaklar, en fazla gözlem yapmaya yarayan oyuncaklar olabilirdi. Konserve kutusunu andıran tanklar-sa keşif görevinde bile kullanılamayacak gereksiz şeylerdi. Ne var ki, bir Alman komutan, Ernst Guderian, sa-
|
vaş alanında çok hızlı hareket etmek gerektiğini düşünmüş ve "blitzkrieg" yani yıldırım savaşı denen taktiği ortaya atmıştı. Buna göre hafif zırhlı ama hızlı hareket edebilen, her koşulda yol alabilen tanklar ve uçaklar ordunun önemli bir kesimini oluşturuyordu. Hareket ve vuruş gücü yüksek Alman mekanize birlikleri Maginot hattının çevresinden dolaşıp Belçika üzerinden Fransa'ya girerken, Fransız komutanların işe yaraması olanaksız olarak gördükleri uçak ve panzerler, tarihin en hızlı işgallerinden birine yardımcı oluyordu.
Bilim tarihinde bazı şeyleri ola-naksızmış gibi düşündüren insan hataları oluyor. İnsan hata yapar; ne var ki bazen bunun sonuçları ağır oluyor. Sözgelimi geçtiğimiz yıllarda Mars gezegeni yüzeyine çakılan İklim uydusunun başına gelenleri anımsayalım. Bu uydunun kızıl gezegene gönderilebilmesi için 125 milyon dolar harcanmıştı. Fakat projenin hesapları çok sıkı kontrol edilmedi. Projede çalışan bir grup bilim adamı Mars'ın çevresindeki yörüngeyi hesaplamak için İngiliz ölçü birimlerini kullanmıştı. Bir diğer grupsa metrik sistemle çalışmıştı. Daha sonra bu sistemleri birbirine çevirmeyi akıl eden çıkmayınca uzay aracı Mars'ın yörüngesine giremeden yüzeye çakıldı ve parçalandı. Bu Amerikan roket bilimcileri tarafından yapılan ilk hata değil. 1962'de Mariner 1 rotasından çıkıp, Dünya'ya çarpmadan önce havaya uçurulmuştu. 18,5 milyon dolara mal olan bu hata neydi dersiniz? Birisi rotayı belirleyen bilgisayar programında bir tireyi yanlış yere koymuştu.
Bugün hâlâ bilim adamlarının gerçekleştirilmesine olanaksız gözüyle baktığı şeyler var. Bunların bazıları gerçekten de gerçekleştirilmesi olanaksız şeyler olabilir, ama yine de içimizdeki o meydan okuma hissi, her şeyi denemeye teşvik ediyor bizi.
Gökhan Tok
|
|||||||||||||
kaldırdım. Şaşırıp kalmıştım Bütün o korkuların tersine, ses duvarını aşmak mükemmel bir hız pistinde yarışmak gibiydi..."
NACA (O dönemlerde NASA'nın görevini yürüten kurum) izleme mini-büsündeki insanlar, uzakta bir gök gürültüsü sesi duyulduğunun telsizle bildirirler. Bu Yeager'ın ses bomba-sıydı. Bu, sesten hızlı bir uçağın yarattığı ilk gök gürültüsü, yapılamaz denen bir şeyin yapıldığını dünyaya ilan eden bir sesti.
Bir şey hakkında yapılamaz denmesi çok şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, bazen bu sözü kimin söylediği olabilir. Sözgelimi kişisel bilgisayarların yaygınlaşmayacağı düşüncesini IBM şirketinin başkanı ortaya atmıştı. Bugün ABD'de ve dünyada bilgisayar üretiminin en önde gelen şirketlerinden biri olan IBM, 1911 yılında kurulmuştu. Üç küçük şirketin birleşmesi sonucu kurulan IBM şirketi, pazarlama yeteneğiyle dikkat çeken biri olan Thomas Watson'un yönetime gelmesinin ardından 1924'te bugünkü adını aldı. Watson, devraldığı sırada büyük güçlükler altında bocalayan şirketi çok çeşitli mallar üreten dev bir İşletme haline dönüştürdü. 1920'lerin ortasında IBM ülkenin en büyük çalarsaat üreticisiydi ve İlk elektrikli daktiloyu piyasaya sürmüştü. Bilgisayar piyasasına girdiği 1951 yılındaysa büyük yatırımlar yapabilecek güce ulaşmıştı. Ne var ki IBM'in yöneticileri 1960'larda kişisel bilgisayarlar üretme fikrini reddedecekler-
|
||||||||||||||
Kaynaklar:
Berry, A., Bilimin Arka Yüzü, çeviren: Levent Aysever, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 1996
Bolles, E., B., Galileo'nun Buyruğu, çeviren: Nermin Arık, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 2000
Boorstin, i.. D., Keşifler ve Buluşlar, çeviren; Fatoş Dilber, iş Bankası Kültür Yayınları, 1996
Fenster, B., Salaklık Tarihi, çeviren: Zeynep Aksoy, Aykırı Yayınları, 2002
|
||||||||||||||
IBM firmasının ilk kişisel bilgisayarı 1980'lerde piyasa sürüldü. Çünkü IBM yöneticileri sıradan halkın bilgisayarlara ilgi göstermeyeceğini düşünüyordu.
|
||||||||||||||
BİLİM ve TEKNİK
|
||||||||||||||