d-1.jpg
ve görme duyularınıza değil. Çünkü kimi yeni görüşlere göre çevremizi, varlığımı­zı farkında olmamızı sağlayan duyuları­mızın sayısı gerçekte çok daha fazla.
Yaşamımızı sürdürebilmemiz, önemli ölçüde çevremizi algılayışımıza bağlı. Bu algılama süreci, çevreden bilgi toplama, bu bilgileri yorumlama, seçme ve düzen­leme gibi bir dizi işleyiş içeriyor. Bu işle­yişleri başlatan mekanizmaysa duyuları­mızla harekete geçiyor. Duyulan, klasik anlamda ele aldığımızda, görme, işitme, tatma, koklama, dokunma olarak beşe ayırıyoruz. Ancak duyular, farklı şekiller­de de sınıflandırılabiliyor. Örneğin, uyarı­nın cinsine göre sınırlandırıldıklarında, kimyasal (tatlar, kokular ve kan şekeri düzeyi gibi içsel olarak alman uyarılar), mekanik (dokunma ve işitme) ve ışık (görme) olmak üzere üç duyudan söz edilebiliyor.
Duyuların alınışından sorumlu duyu sistemleri birbirinden çok farklı şekiller­de İşliyor. Koku alma duyusunu ele ala­lım. Dilin üzerinde çözünen bir besinin kokusu burunda birtakım almaçlara (re­septör) tutunur. Bu almaçlarla alınan bil­gi beyne ulaştırılır ve uyan beyinde koku olarak yorumlanır. Oysa farklı duyular
için durum daha değişiktir. Denge duru­munu algılayan iç kulaktaki tüy hücrele­ri yalnızca mekanik harekete duyarlıdır ya da görme, ışığın gözdeki ağtabakaya düşmesiyle gerçekleşir. Bu birkaç örnek­ten anlaşılacağı gibi, her bir duyu siste­minde belirli duyuların alınmasından so­rumlu özelleşmiş hücreler var. Bu hücre­ler, yalnızca belirli uyarıları alarak bey­nin belirli bölümlerine iletiyorlar. İşte, bir başka sınıflandırma da bu özelleşmiş duyu alıcılarının çeşitliliğine dayanarak yapılıyor. Örneğin, tat alma normalde tek bir duyu gibi düşünülse de şekerli, tuzlu, ekşi, acı ve umami (glutamat adlı maddenin verdiği et benzeri bir tat) gibi tatlar göz önünde bulundurulduğunda tatla ilgili duyu sayısı beşe çıkıyor. Gör­me için de benzer bir durum söz konu­su. Işığı ve renklerin her birini ayrı ayrı ele alırsak, görmeyle ilgili duyu sayısı da­ha da artıyor. Ağrı duyusuna gelince, ağ­rının nerede hissedildiğine bağlı olarak kütanöz (deriye ait), somatik (bedene ait) ve viseral (bağırsaklara ait) olarak üç ağ­rı çeşidi olduğundan söz edilebiliyor. Bu durumda ağrı duyusunu alan almaçların çeşitliliği artıyor. Ayrıca sıcaklık, basınç, dokunma, eklemlerin konumu, vücudun
Eğitimimizin ilk yıllarından beri beş duyumuz olduğunu öğreniriz. Ancak son yıllarda yapılan kimi araştırmalar, duyuların klasik anlamda sınıflandırıl­masını değiştirecek yeni bulgular orta­ya koyuyor. Bu bulguların ışığında araştırmacılar, duyulan daha farklı bir şekilde yorumlamaya başladılar. Onla­rın bu yeni bakış açısına göre en az 21 duyumuz var. Üstelik birtakım araştır­malar da kimi duyuların, bilinenden daha değişik işlediğini ortaya koyuyor, örneğin artık dilinizle bile "görebilme­niz" mümkün olabiliyor. Bir de görme engelli Türk ressam Eşref Armağan gi­bi, sıradışı insanların oluşturduğu ör­nekler var.
Kaç Duyumuz Var?
Bilgisayarda yazı yazıyorsunuz. Par­maklarınız tuşların üzerinde gidip geli­yor. Nasıl hareket ettiklerinin farkında mısınız? Küçük kısa dokunuşlar, bekle­meler... Gözlerinizi kapatıp kendinizi iz­leyin; parmaklarınızın hareketlenip hare­ketlenmediğini nasıl anlıyorsunuz? Tüm bunları anlayabilmenizi duyularınıza borçlusunuz. Ancak yalnızca dokunma
BİLİM veTEKNİK 64 l Temmuz 2005
d-2.jpg
Görmeden Çizmek
Resim yapmak, bir başka deyişle desen çizmek, çevremizde gördüğümüz üçbo-yutlu nesneleri ikiboyutlu hale dönüştüre­rek kâğıda aktarmak anlamına gelir. Bu­nu yapabilmek, nesnelerin üçboyutlu bi­çimlerini ölçü ve oran olarak doğru bir şe­kilde çözümlemeyi gerektirir. Bu, gören insanların, genellikle belirli bir eğitim süreci sonunda başarabi­lecekleri bir beceridir. Peki, gör­me engelliler için böyle bir du­rum söz konusu olabilir mi? To­ronto Üniversitesi'nden psikolog John Kennedy, bundan 30 yıl Ön­ce bu sorunun üzerinde düşün­meye başlamış. Kennedy, görme
engellilerin de görenler gibi çize­bileceğini düşünmeye başlamış ve araştır­malarını bu yönde sürdürmüş. Görme en­gellilerin nesneleri kâğıda aktarma beceri­leri konusunda çok sayıda araştırma ya­pan Kennedy'nin düşlerini, bu işi tam an­lamıyla başarabilen bir görme engelliyle karşılaşmak süslemiş. Zaman zaman bek­lentilerine yakın örneklerle karşılaşmış ol­sa da, Kennedy tarn aradığını bulamamış, Ta ki doğuştan görme engelli Türk res­sam Eşref Armağanla karşılaşana kadar. Eşref Armağan'ın en önemli özelliği, re­simlerini gören bir insanın yapabileceği gerçeklikte yapabilmesi. Evler, dağlar, te-peler, insanlar, çiçekler... Renk, gölge, perspektif... Her şey görebilen bir insanın yapabileceği kadar yerli yerinde. Eşref Ar­mağan'ın durumu, zihnimizde görüntüle­rin nasıl canlandığına ilişkin birçok yeni soruyu beraberinde getirmekle kalmayıp bu sırada diğer duyularımızın harekete geçip geçmediği sorusunu da gündeme getirmiş. İşte, John Kennedy gibi bilima-damlarını değerli ressamımızın durumu­nu incelemeye iten nedenler bunlar.
Kennedy, Armağan'a bir dizi test uygu­lamış ve birtakım nesneleri elleriyle ince­lemesini sağlayarak, onların resimlerini çizmesini istemiş. Hatta bu nesneleri fark­lı yönlerden ve farklı konumlarda çizmesi­ni bile istemiş. Testler sırasında Kennedy, Armağan'dan bir küp çizmesini istemiş; ardından bu küpü her seferinde biraz so­la döndürerek birkaç kez daha çizmesini istemiş. Armağan'ın bu çizimlerinde, gö­renlerin bile güçlükle başarabileceği üç odaklı perspektifi başarıyla yansıtabilme­si, araştırmacıların derinden etkilenmesi­ne neden olmuş. Kennedy'nin bugüne de­ğin incelediği görme engelliler, üçboyutu
hareketleri, denge, midenin ya da idrar kesesinin doluluğu, susamışlık gibi daha birçok duyu da benzer şekilde ayrıntıyla ele alınabiliyor. Tüm bu sözünü ettiğimiz duyuların her biri farklı bir duyu çeşidi olarak kabul edildiğinde duyularımızın sayısı en az 21 oluyor.
Dilinizle Görebilir misiniz?
Kulaklarımızla işitir, gözümüzle gö­rür, burnumuzla koklar, derimizle doku­nur, dilimizle tadarız. Ancak son zaman­larda yapılan bir araştırma, dilimiz aracı­lığıyla beynimizin görmeyle ilgili bölü­münün uyarılabileceğine ilişkin veriler ortaya koyuyor. Doğumundan bu yana göremeyen 39 yaşındaki Marie-Laure Martin, mum alevlerinin büyük ateş top­lan şeklinde olduğunu düşünüyormuş. Onu böyle düşündürense, alevlerin ken­disi değil, mumun çevresindeki sıcaklık-mış. ABD'de Wisconsin Üniversitesi'nde geliştirilen özel bir aygıt sayesinde bun­dan birkaç yıl önce ilk kez mum alevinin nasıl bir şey olduğunu "görmüş". İşin il­ginç yanı da mum alevim diliyle "gör­müş". Ancak uzmanlar, bu aygıtın sağla­dığı "görmenin", gerçek bir görüş olma­yıp daha çok bulanık gölgeler görmeye benzeyen bir durum olduğunu belirtiyor­lar.
Yakınlarda daha da geliştirildikten sonra "BrainPort" adı verilen bu aygıt, üzerindeki bir kamera sayesinde görün­tüyü alıyor ve bu görüntüleri dil üzerin­den alınabilen elektriksel uyanlara çevi­riyor. Bu uyarıların beyne ulaşmasıyla nesnelerin biçimleri algılanabiliyor. Aygı­tı geliştiren bilimadamlarından Paul
Bach-y-Rita, "gerçekte gözlerimizle değil, beynimizle gördüğümüzü" ve "beynimi­zin olağanüstü bir uyum sağlama beceri­si olduğunu" söylüyor. Belirttiğine göre, bir kez gözün ağtabakasına ulaşmış olan bir uyarının, artık ayak başparmağından gelen bir uyarıdan farkı kalmıyormuŞ: Peki, neden dil diyeceksiniz? Böyle bir aygıtın kullanımı için herhangi bir deri bölümü yerine dilin seçilmesinin de ne­denleri var. Dil, uyarılan deriye göre da­ha kolay iletiyor. Elektriksel iletkenliği yüksek olan tükürükle kaplı olması da, deriye uygulanması gerekenden daha düşük voltajla uyarılabilmesini sağlıyor. Ayrıca dilde bulunan dokunmaya duyar­lı hücre sayısı deridekinden daha çok sa­yıda.
Bu aygıtın kullanıldığı bir başka ça­lışma da 13 yaşında görme becerisini kaybeden bir yetişkin olan Erik Weihen-mayer'le yapılmış. Weihenmayer'in alnı­na yerleştirilen bir kameranın aldığı gö­rüntüler, ışığı eletriksel uyarılara çevire­rek dilinin üzerinde bulunan bir elektro­da iletilmiş. Weihenmayer, başlangıçta bu uyarıların patlayan şekerlerin dilde patlamasına benzeyen bir etki yarattığı­nı, ancak aygıtın aktardığı uyarılara alış­tıktan sonra sanki "orada bir şey varmış gibi" bir duyguya kapıldığını belirtmiş. Öyle ki içinde bulunduğu alanı, derinliği ve biçimleri duyumsamaya başlamış. An­cak aygıt çıkarıldıktan sonra tıpkı Mari­e-Laure Martin gibi yeniden normal du­rumuna dönüyormuş. Araştırmacılar, ge­liştirdikleri aygıtla denge bozuklukları olan insanlara yardımcı olmayı da amaç­lıyorlar ve çalışmalarını bu yönde sürdü­rüyorlar.
Temmuz 2005 65 BİLİM ve TEKNİK
Parmaklarıyla Dünyayı Gören Adam: Eşref Armağan
yaşlarımda, kendi kendime oyalanmak için, elledi­ğim şeyleri karton üzerine çiviyle çizmeye çalışıyor­dum. Gören insanlar, 'aynısını çizdin' demeye başla­dılar. 'Hadi şunu da çiz', 'hadi bunu çiz' falan diyor­lardı. Birincisinde başaramasam da ikinci ya da üçüncüde başarıyordum. Böylece öğrendiklerimi çiz­meye merak sardım. 12 yaşında ilk olarak kelebek çizdim. Şimdi ne olduğunu tam hatırlayamıyorum, ama bakır gibi bir şeyin üzerindeki kabartma bir ke­lebeği ellerimle İncelemiş ve onu çizmiştim. Ondan sonra çizdiğim şeyleri çevreme göstermeye başla­dım. 'Benzemiş mi?' diye devamlı soruyordum. Yine amacım resim yapmak değildi. Sadece ellediğim şey­lerin aynısını çizebiliyor muyum diye merak ediyor­dum. Babam çok destek oldu bana. 'Oğlum, elledi­ğin şeyleri çizebiliyorsan, ben sana İstediğin desteği veririm, sen resim bile yaparsın' dedi. Bu sefer iş id­diaya bindi. İnsanlar, 'Anadan doğma görmez İnsan resim yapar mıymış?' diyorlardı. 'Bu işi yapacağım' dedim, üstüne düştüm ve başardım. Parmaklarımın uçlarıyla 'görüyorum'. Bu becerimi geliştirdim. En çok doğayı merak ediyorum ve doğa resimleri yapı­yorum. Kişi resimleri de yaptım. Ona kendim de şa­şırdım. Birkaç kez benzetemedim, ama 3-6 ay sürü­yor kişi resmi yapmak. Çünkü kişinin fotoğrafının kabartma resmi gerekiyor ve iki elimle tümünü avuç-lamam gerekiyor. Şeklin bir tarafına değdiğim za­man diğer tarafını düşünemiyorum, tümünü kavrar­sam beynim algılıyor o şeklin tümünü. Hiçbir eğitim
etkin hale geçer. Araştırmacılar, Arma­ğan'ın kim olduğunu bilmeden onun be­yin görüntülerini inceleyen biraz da dene­yimsiz birinin, bunların gören bir insana ait olduğunu düşünebileceğini belirtiyor­lar. Bu durumda akla yepyeni bir soru ge­liyor: "Gerçekte görme nedir?" Gözüne bir kez bile ışık girmediği halde Armağan'ın beyninin görmeyle İlgili bölümünün hare­kete geçişi, görme engellilerin de görsel belleğe sahip olabileceğini kanıtlayabilir. Çünkü, diğer görme engellilerin tersine,
d-3.jpg
d-4.jpg
kileyici yanı, görmediği halde son derece gerçekçi resimler yapması. En iyisi onun öyküsünü kendi ağ­zından dinlemek. Eşref Armağan'a, resme nasıl baş­ladığını soruyoruz: "Ben, resim yapmak amacıyla başlamadım bu işe. Altı yedi yaşlarımda çevreyi tanı­ma isteği geldi. Neyin nasıl olduğu, şeklinin nasıl ol­duğu, renginin, adının ne olduğunu merak ettim. Çevremdekilere sorarak her şeyi ezberledim. 11-12
damları, daha da merak uyandıran bir bul­gu elde etmişler. Armağan, daha önceden dokunduğu nesneleri zihninde canlandır­dığında, beynin görmeyle ilgili bölümü ha­fifçe harekete geçerken, çizdiği sırada gö-rüyomuşçasına herekete geçiyormuş. Onun bu durumu tıpkı gören insanlarınki­ne benzetiliyor. Görebilen insanlardan, bir­takım nesneleri zihinlerinde canlandırma­ları istendiğinde, beynin görmeyle İlgili bö­lümü aynı nesneleri gördüğümüzdekine oranla daha az etkin olmak koşuluyla yine
Bilim ve Teknik dergisi olarak Ankara'da bir eve ziyarete gidiyoruz. Ziyaretine gittiğimiz kişi öyle sı­radan biri değil; o, bir ressam. Ancak bildiğiniz res­samlardan değil. 52 yaşındaki Eşref Armağan, do­ğuştan görme engelli ve yaklaşık 46 yıldır resim ya­pıyor. Üstelik resimleri, belki de gören bir çift gözün yapabileceğinden daha gerçekçi. Renkli kişiliği ve yaşama umut dolu bakışını saymazsak, onun en et-
anlayarak çizim yapmayı öğrenebilmişler. Üstelik çizme becerisi, görme engelli ço­cuklarda görebilen çocuklarda olduğu gi­bi geliştirilebiliyormuş. Ancak, görme en­gelli çok az sayıda çocuk bu becerisini fark edip geliştirme olanağına sahip olu­yormuş. Eşref Armağan, belki de bu özel şansı yakalayan dünyadaki tek örnek.
ABD'ye gittiğinde Eşref Armağan'ın beyni Harvard Üniversitesi'nden nörolog­lar ve Boston Üniversitesi'nden görüntü tarama uzmanlarının işbirliğiyle yapılan bir çalışma sırasında incelenmiş. Araştır­mayı yürüten Alvaro Pascual-Leone ve Amir Amedi, geçmişte yaptıkları çalışma­larda, görmeyenlerde, beynin görmeyle il­gili bölümünün atıl kalmadığına ilişkin bulgular elde etmişler, Pascual-Leone, Bra­ille alfabesini kullanan görme engellilerde, dokunma sırasında beynin görmeyle ilgili bölümünün etkin hale geçtiğini saptamış. Amedi'yse bir başka grup araştırmacıyla yaptığı bir çalışmada beynin görmeyle ilgi­li bölümünün sözel belleği ilgilendiren iş­lerde de devreye girdiğini belirlemiş. Ar­mağan'ın beyni üzerinde yapılan inceleme­lerde, resim çizdiği sırada beyninin gör­meyle ilgili bölümünün harekete geçtiği, ancak sözel bellekle ilgili İşlevlerde pek o kadar etkin olmadığı belirlenmiş. Bilima-
d-5.jpg
d-6.jpg
d-7.jpg
Eşref Armağan, kurşunkalem kullanarak yaptığı çi­zimlerini yüzeyi plastikle kaplı özel bir tablet üzeri­ne sıkıştırdığı kâğıtlar üzerine yapryor. Kurşunka­lem, plastik yüzeyin üzerindeki kâğıtta ilerlerken hafif bir iz çıkıyor. Armağan, bu izi ve kurşunkale­min ucunu sol eliyle dokunarak İzliyor. Onu ziyaret ettiğimizde bizim için de bir resim çizen Armağan'a teşekkür ediyoruz.
BİLİM ve TEKNİK 66 Temmuz 2005
d-8.jpg
almadım. Kendi kendime tekniklerimi geliştirdim. Kartona çiviyle çizdikten sonra kuru boyayla boyu-yordum. 12 yıldan beri tuval üzerine akrilik boyayla çalışıyorum ve parmaklarımla boyuyorum.
Beni geçen yıl Washington'a engellilerle ilgili bir sanat festivaline davet etmişlerdi. Harvard Üniversi-tesi'nden araştırmacılar duymuş. Beni Boston'a gö­türdüler. Hem beynimi hem de gözümü incelediler. Yedi saat MR cihazında kaldım. Sırtüstü yatarak el­ler dışarıda. İki kişi ayak ucumda duruyordu. Biri not alıyordu, diğerinin elinde de 20'den fazla çeşit malzeme vardı. Tarak, oyuncak gemi gibi. Birini eli­me veriyorlar, 18 saniye inceliyorum, sonra alıyorlar ve rastgele bir şeyler çizdiriyorlar. Sonra biraz önce elime verdikleri bir şeyi 18 saniyede çizdiriyorlar. 0 sırada onlar beynin görme alanına bakıyorlarmış. Hiçbirinde hata yapmadım. Profesörler şaşkınlık içinde kaldılar. Otuz yıldır görmezleri bu makineye sokup 'bu işi yapabiliyorlar mı?' diye bakıyorlarmış. Daha sonra gözlerimi incelediler, önce görüp görme­diğimi anlamak İçin. Benim sol gözüm hiç yok, sağ gözüm ufak. Orada da ilginç bir şey oldu. Sağ gözü­mü iyice bantladılar ve beni yanımdakilerle birlikte karanlık bir odaya aldılar. Yirmi dakika boyunca dir­hem ışık olmadığını söyledikleri karanlık bir odada beklettiler. Göz doktoru solumda oturuyor, menaje­rim Joan Eroncel karşımda oturuyor. Onlar, benden kötü oldular ve hiç kımıldayamadılar, ben serbest hareket edebiliyordum. Canım sıkıldı, çantamdan kâğıt kalem çıkardım. Onların haberi yok ama, "gör­müyorlar ki". Güzel bir manzara çizdim. Yirmi daki­ka dolunca ışığı yaktılar. Göz doktoru, ışık yanınca
Armağan'ın beyninin görsel bellek bölü­mü, gören birininki gibi çalışıyor.
Eşref Armağan, resim yapma becerisi­ni dokunarak ve çevresine sorarak öğ­renmiş. Dokunarak elde ettiği bilgiler, beynin görmeyle İlgili bölümünü harket-lendiriyor. Onun bu durumu, beynin es­neklik özelliğinin en önemli kanıtların­dan biri. Beynin, görmeyle ilgili bölümü kullanılır hale geliyor ve dokunmayla alınan uyarılar bu bölüme aktarılıyor. Böylece beynin İşleyişi esneklik özelliği çerçevesinde değişmiş oluyor.
Eşref Armağanla ilgili kimi testler de Harvard Üniversitesi'nin isteğiyle Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Bölü-mü'nden Doç. Dr. Ayşe Bingöl tarafından yapıldı. Konunun bu yönünü Dr. Ayşe Bin­göl'e sorduğumuzda özetle şu yanıtı aldık: "Beynin yaptığı çeşitli işlerin aşağı yukarı hangi bölgelerde yapıldığı biliniyor. Ancak beyin görüntüleri, beyin bölgelerinin çalı­şıp çalışmadığı, yapılan o işin ne ölçüde ya da nasıl yapıldığı hakkında yeterli bilgi ver­miyor. Bunun için kişiye o işi yaptırmanız ve ne ölçüde yapabildiğini görmeniz gereki­yor. Eşref Bey'in beyin etkinliklerinin ne düzeyde gerçekleştiğini tam olarak sapta­mak için standart testlerden yararlanmak gerekiyordu. Örneğin, normal bir insana 15 kelimelik bir liste okunduktan sonra,
Armağan, hiç görmediği halde çevresindekilere sürekli sorular sorarak resimlerinde perspektifi nasıl ve­receğini ve ışık-gölge değerlerini nasıl kullanacağını belirlemiş.
rumumu makalelerle dünyaya duyuracaklar. Onlar için de iyi oldu, benim için de. Çünkü Türkiye'de o resimleri benim yaptığıma inanmıyorlardı. İnsanların kafasında soru işaretleri vardı. Şimdi bilimsel sonuç­lar var elimizde; çok İyi oldu."
Ona son olarak bundan sonra en çok yapmayı is­tediği şeyin ne olduğunu sorduk. O, artık görme en­gelli çocuklara resim dersi vermek istediğini belirtti. Umarız bu güzel isteği yakın bir zamanda gerçek olur.
bu kaybı kapatmak üzere gelişirken diğer bazı yeteneklerinizden yer çalabilir. Dolayı­sıyla normal bir kişiyle karşılaştırıldığında, bu gelişmenin bedeli olarak başka bir yete­nek biraz geride kalabilir. Harvard Üniver­sitesi'nin yaptığı çalışmada Eşref Bey'in be­yin görüntülerinde başka yeteneklerle ilgili beyin bölümlerinin o kadar yeterli çalışma­dığı izlenimi edinilmiş. Bizden istenen, kay­ba uğramış olabilecek yeteneklerin düzeyi­ni belirlememizdi. Benim izlenimim, Eşref Bey'in yeteneklerinde ciddi bir kayıp olma­dığı yönünde. Beyni farklı bir düzenleme kazanmış. Ama bu düzenleme, onun diğer zihinsel yeteneklerinde düşüşe neden ol­mamış görünüyor. Bu da iyi bir şey!"
Peki, bundan sonra ne olacak? Belki Türkiye'de ya da ABD'de araştırmalar sürdürülecek. Eğer böyle olursa beyinle ilgili birçok yeni bilgi elde edileceği kesin. Ancak bir gerçek var ki, araştırma bu bo­yutta kalsa bile beyin araştırmaları yeni bir hız kazanacak.
Zuhal Özer
Kaynaklar:
Durie, B., "Doors af perception", New Scientist, Ocak 2005
Phillips, H., "The feeling of colour". New Scientist, Ocak 2005
Motluk, A., "Seeing without sight", New Scientist, Ocak 2005
http://courses.nnu.edu/bi362bf/SENSORy.cloc
http: //www.jsonline.com/alive/news/decO4/282145.asp
http: //www.wicab .com/phprint.php
h tip://www. sciencenews.org/articles/20010901/bobl4.asp
elimdeki resmi gördü ve çok şaşırdı. Orada ben ona bir şey göstermek istedim. Gözümü uyuşturup lens taktılar. Başıma kablolar falan bağlayıp yüzümü ba­şımın İçine girebileceği gibi bir yere dayadılar. Çat çut, çat çut sesler başladı. Sonradan öğrendiğime göre, beş santimetre kadar yakından gözüme çok kuvvetli rengârenk ışıklar çakmışlar. 0 sırada da gözden beyne bir uyarı gidip gitmediğine bilgisayar­dan bakmışlar. Çocukluktan beri beyne ışık gitmedi­ğini görünce araştırmayı derinleştirdiler. Benim du-
bunları tekrarlaması istendiğinde bunun kaçını bîr anda söyleyebilir? Bu tür beceri­lerimize ilişkin toplumdaki sağlıklı kişiler­den elde edilmiş sonuçlar var. Böylece nor­mal kişilerin bazı beyin İşlevlerinin düzeyi­ni aşağı yukarı biliyoruz. İster Eşref Bey'in-ki gibi çok özel bir beyne sahip olmak, is­ter hastalık nedeniyle zihinsel becerilerde bir değişiklik kuşkusu olduğunda kişilere bu testleri uygulayıp normalden farklarını kendi eğirim düzeyi, yaşı, cinsiyeti gibi et­kenleri de göz önüne alarak belirliyoruz. Harvard Üniversitesi tarafından bu testleri uygulamamız istendi. Bu testleri onlar ya­pamazdı, çünkü bu testlerin sonuçlan an­cak kendi kültüründen toplanmış normal sonuçlarla karşılaştırılabilir. Bu nedenle bu testler Türkiye'de yapıldı. Eşref Bey, küçük yaşlarından itibaren resimle uğraşmış ve zamanının büyük kısmını bununla geçir­miş. Dolayısıyla beyninin görmeyle ilgili bö­lümünün, tıpkı gören ressamlardaki gibi daha gelişmiş olması beklenen bir durum. Onun hiç görmemesi ve resimle bu kadar yoğun uğraşması, beyninin gelişimini ve düzenlemelerini etkileyecek bir durum. Bu nedenle beyninin, çalışma şekli açısından sıradan bir insandan farklı olmasını bekle­riz. Doğuştan kayıp yeteneklerle ilgili beyin alanları asla kaybolmaz, küçücük de olsa kalırlar ama gelişmezler. Başka bir yetenek
Temmuz 2005 67 BİLİM ve TEKNİK